Ben Pembe Bir Cüzdanım Gülhane Parkında

Bir pembe cüzdanım Gülhane parkında ve polisin dikkati sadece üstümdeki kızıl dudaklarda. O ara bir ezan yükseliyor ki ama ne ezan! Kim okuyor bunu?

 

EMİNE SUPÇİN

Polisin tuhaf davranışlarına dair iki olay anlatacağım. Ama önce yakından tanıdığım ve tanımadığım; toplumu suça karşı korumada cansiperane çalışan tüm polisleri ayırarak başlamak istiyorum.

İlki, psikolog bir arkadaşımın anlatısı.

Mesleğini seven, ilkeli, saygın, genç bir hanım. Çalıştığı kliniğe hastane tarafından biri gönderiliyor. Yani adli vaka cinsinden ve hasta, erkek. Güya terapi alacak. Giriyor odaya ve ilk lafı: “Bana fiyatını söyle, karımla yapamadığım tüm fantezileri birlikte gerçekleştirelim.”

İnsan psikolog bile olsa şaşırır elbette. Fakat terapiye ayak diremek için böyle bir giriş yaptığını düşünen arkadaşım, ilkin mesleği neyi gerektiriyorsa o şekilde yanıt veriyor; paniksiz, olağan ama dikkatli. Fakat adam dirayetli çıkıyor, devam ediyor. “Mesela kırbaç sever misin?” diyor. “Hiç öteki türlü denedin mi?” vs vs…(Yazamayacağım kadar aykırı ifadeler.)

Daha çok adamın sözlü tacizlerini içeren seans bitmeden son söz olarak “Seni takip ederim. İsteğinle ya da zorla bir yerde kıstırırım,” deyince arkadaşım kliniktekilerden yardım istiyor ve adamı ondan uzaklaştırıyorlar.

Şaşkınlık, korku ve ne yapacağını bilmez halde karakola gidiyor. Şikayette bulunacak. Çünkü adam tutuksuz yargılanıyor ve gerçekten dediklerini yapmayacağının hiçbir garantisi yok.

“Kalbim yerinden çıkacak gibiydi,” diyor Fatma. “Nasıl ifade vereceğimi bile bilemiyordum. Çünkü iş yerimi biliyor, gerçekten çıkışta takip ederek taciz edebilir, öldürebilir. Son yıllarda neler oluyor. Çok korktum.”

Karakolda birkaç polisin aynı odada görev yaptığı ifade odasına alınıyor. Tutuk konuşmalarıyla başına geleni anlatıyor. Polis şikayet dilekçesinin altına yazmak için kimlik bilgilerini istiyor. “İnanır mısın, ezberimdeki kimlik numaramı unuttum o anda. Bir türlü aklıma gelmedi,” diyor bana anlatırken. “Çantamdan cüzdanımı ve içinden kimlik kartımı çıkarmaya çalışırken içlerinden birinin, ‘cüzdanı böyleyse, tabi ki sarkarlar’ dediğini duydum.” diyor ve ben ağzı açık kala kalıyorum. Ardından çıkarıp cüzdanını gösteriyor. Üstünde öpücükler olan pembe, minik, kızçe bir cüzdan. Özellikle fotoğrafladım, konuyu yazma izni isterken.

Bırak polis kimliğini, herhangi bir insan bile nasıl böyle bir söz söyleyebilir? Polisin biri, saygın bir meslek uzmanı için böylesi adi çıkarımlarda bulunabiliyorsa, toplumun geri kalanının vay haline! Hele hele bar pavyon gibi yerlerde çalışan kadınlar 10 – 0 yenik veriyorlar ifadelerini demek… İnsanın aklına daha neler neler geliyor…

Öyleyse, polisimizin kafası çoktaaaan örümcek bağlamış da bizim mi haberimiz yok? Yoksa zaten bildiğimiz şeyin fotoğrafı mı bu? Tıpkı kuruyan göllerimiz, derelerimiz gibi Türk Polisinin insani ve evrensel ahlak anlayışı da mı kurudu? Ne oluyoruz beyler?

Gelelim ikinci konuya…
Bayramda Beyağaç’taydım. Malum benim köyüm orası. (Her ne kadar resmiyette ilçe dense de alakası yok. Çiller’in zamanında yaptığı gereksizlik.)

Annemle çay keyfi esnasında ikindi ezanı başladı. Ama ne ezan! Sanki müezzinin ağzına takılan yay kirişi var ve biri onu geriye doğru asıldığı için adamcağız ağzını büzemiyor ve tüm sesleri açık düz harfler olarak çıkarıyor. “Alahıakbaaaar,” gibi hayal edin. Seslilerin hepsi “a” ya da”ı”.

“Bu nasıl bir ezan okumaktır?” dedim anneme.

Tatlı bir hoşgörüyle gülümsedi. “Ha o mu? O polis burada. Ezan okumaya çok hevesleniyormuş, sık sık okuyor,” demez mi?

Annemin hoşgörüsü bizim çocukluğumuzdan geliyor. O yıllarda yaz tatilinde camiye gönderilirdi bizim ufaklıklar. Benim de gitmişliğim vardır. İkindi ezanından önce camide toplaşırdık. Hoca bize namaz surelerini öğretirdi. İçlerinden ezan okumaya hevesli olanlara da arada izin verirdi ve cami cemaati de bunun çocuğu heveslendirmek için olduğunu bilerek zevkle ve hoşgörüyle karşılardı. İşte annemdeki o tatlı tebessümde onun izleri vardı. Heveslenmiş çocuk, varsın okusun, anlayışı.

İyi de bu adam çocuk değil ki, polis! Neden bir başka meslek erbabının işini yapsın? O zaman imamın da onun beylik tabancasına hevesi olabilir. O da onu kullansın. Varsa tepesini attıran birileri, o da onları vursun filan. “Karakola götürmeye direndi” der geçer mesela. Olmaz mı? Hem benim de arada doktor olasım tutuyor, hevesim var, gideyim devlet hastanesine, bir ortopedi ameliyatı yapayım. Mesela fazlasıyla varisli bir bacak filan görürsem keser atarım, çürümüştü derim. Sizin de hevesleriniz vardır, yok mu? Örneğin, canımız çekti deyip, savcı olasınız tutabilir. Gidersiniz en yakın adliyeye, şu iktidara yönelik hiçbir iddiayı ele almayan savcıların kürsüsüne oturursunuz; çağırırsınız katibi, soruşturma dosyalarını hazırlarsınız. Üstelik bu heves hepimizde var; “Yaz kızım,” demeye özeniyoruz. Olmaz mı? Hevesimiz var ayol. Cık cık cık… Heveslenip ezan okuyan polis mi olur len?

Şimdi tam bu paragrafa her iki olayı da derleyip toparlayarak bir sonuç yazmak lazım. Fakat bu sonuç paragrafını sevgili okurlarıma bırakıyorum. Buyurun siz yazın sonucu. Hatta hazır yazmaya başlamışken, polisimizin niçin bu şekilde olduğunun yanı sıra polis teşkilatının herhangi dini bir cemaatin etkisi altında bulunup bulunmadığına bir göz atıverin.

Şaka maka son paragrafınız hem heves ettirdi hem de merak uyandırdı vallahi. Haydi bekliyorum.

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN

 

8 yorum

  1. Vahim ötesi bir durum bu.
    Cumhuriyetin polisini geçtik, devletin polisi de mumla aranacak halde, AKP zihniyeti polise bu denli egemen olmuşsa, parti polisi söz konusudur ve bu korkunç bir şeydir.

    • Kesinlikle katılıyorum. Ve bu “partililik” anlayışının sadece polisle sınırlı olduğunu da sanmıyorum. Ha, temizlenir mi? Gayet tabi ki temizlenir. Yeter ki temiz niyetli birileri devleti yönetmeye başlasın. Fakat temiz niyetli muhalefet göremiyorum. Kir hepsine bulaşmış…

    • Urfa’da bir deyim vardır; “balaklarından akmak”. Paçalarınan akmak demek. O hesap; iktidarın da muhalefetin de balaklarından akıyor pislik. Ya toplum? Medeni ülkelere göre karşılaştırırsak en temizimiz bile kirli. Polis bu toplumun neferi. Dolayısıyla güç kimdeyse ona göre şekil alıyor. Ve evet güvenebileceğimiz bir dağ yok…

  2. Bu ülkede kendi polisimize bile güvenemeyeceksek vay halimize…
    Bir insanın sahip olduğu meslek dalı ne olursa olsun önce AHLAK sahibi olmalı ve karşısındaki kim olursa olsun saygı göstermeyi bilmeli. Namusu bir cüzdanla aynı kefeye koyan polisin mesleğini böylesine hor kullanması cahillikten başka nedir ki?!

    • Namusu bir cüzdanla aynı kefeye koyan polis, tanımlamanız saatlerce düşündürdü ve çok etkiledi. Çok doğru. Oysa toplumun her kesimi namusunu cüzdanla aynı cebe koysa bile, bir tek polis bunu yapmamalıydı diye düşünüyor insan. Bari onlar yapmasaydı. Fakat onlara gelene kadar ülkenin her kurumu tek tek ele geçirildi ve kirletildi. İş bilene değil, yalakaya veriliyor. Mülakatlarda derecesi yüksek olan değil, partili olan alınıyor.
      Ama inancımızı yitirmiyoruz. Bir gün mutlaka “muassır medeniyetler seviyesine” ulaşacağız.

  3. Diyecek çok şey var ama kimsenin söylemeye cesareti yok. Toplum olarak öyle bir yerdeyiz ki 21. yüzyılda olmamıza rağmen bir kadının sokakta giydiği şortun, sahip olduğu öpücük desenli bir cüzdanın ya da sahip olduğu cinsel kimliğin her ne hikmetse gece gündüz kahvehanede pinekleyen adamın veya polislik mesleğini layığıyla yerine getirmesi gereken bir memurun ağzında hadsizce, yobazca ve bir o kadar da cahilce sakız edilmesi bana doğru gelmiyor. Sahip olduğumuz inanç, din, mezhep ne olursa olsun karşımızdaki bir bireye -ister erkek,kadın,çocuk,yaşlı… olsun- önce İNSAN olduğu için değer vermeyi; saygılı, kibar olmayı daha yeni öğreneceksek toplumun çöküşünü sağlayacak ne açlık ne susuzluk değil, bu olacak!

    • Maalesef daha yeni öğreneceğiz genç okurum. Maalesef laiklik, cumhuriyet, demokrasi gibi kavramlarla kol kola yürüyen “birey olabilme”, “özgür düşünebilme”, “insani değerlerin farkında olma” gibi özellikleri elde edebilmek için kanımızla canımızla savaşmak yerine hepsi bize bir büyük insan tarafından altın tepside sunuldu. Halk bedelini ödemediği hiç bir şeye değer vermez, vermedik de. Sonuç: Günümüz siyasi islam denen özü garabet cehalet bir iğrençlikler silsilesi… Üzgünüm sizler için… Hem de gerçekten üzgünüm…

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*