Ruhum yanıyor her Sivas denildikçe

Madımak’tan belleğimde kalan fotoğraflardan biri de bir delikanlının nişanlısının saçlarını örmesiydi merdivenlerde. Sıkıntıdan. Taşlarla, molozlarla camlar, çerçeveler aşağı indirilirken onlar, gerginliklerini böyle susturuyorlardı içlerinde sanırım. O çocuklar da yok şimdi…

HİDAYET KARAKUŞ
karakushdyt@gmail.com

Önce merakla, sonra tedirginlikle, derken otele kara bir bulut gibi çöken korkuyla herkes içine dönmüştü 2 Temmuz’da Madımak’ta. Arada sevimli, güler yüzüyle elindeki küçük çıtayı göstererek küçük şakalar yapan Asım Bezirci; ortalarda soran gözlerle bilgece dolaşan, hepimizin küçük bir odadan bulduğumuz üflesen kırılacak çıtalardan birini elinde gezdiren Metin Altıok; merdivenlerde oturup kalabalığın dağılacağını düşünerek sabırla bekleyen öteki dostlar… Behçet Aysan, Erdal Ayrancı, oda kapılarının önünde, Anadolu insanlarının saf, temiz sabrıyla yan yana yorgun oturan Ali Yüce ile Nimet Abla…

Otel taşlanmaya başladığında hepimiz elimize bir şeyler almıştık.

Merdivenlerden birinde önünde çantasıyla oturan, sakallı, yakışıklı genç şair: Uğur Kaynar. Uğur’la tanışma fırsatımızın bile olmadığını düşünüyorum şimdi. Ankara’dan giden otobüslerden birindeydi ya bizim otobüste miydi acaba? Otelde de, etkinliklerde de hiç bir araya gelemedik. Zaman bırakmadılar.

Merdivende üç şair; Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar.

MERDİVENDE ÜÇ ŞAİR

Edebiyatçılar Derneği’nin 1993’te yayımladığı kitaplar önümde: Uğur Kaynar Kitabı, Metin Altıok Kitabı, Behçet Aysan Kitabı. Kitapların iç kapağında üçünün de otelin merdivenlerinde oturan fotoğrafları var. Metin’in elinde temizlik fırçası görülüyor. Merakla bakıyor fotoğrafı çekene. Takım giysi var üzerinde. Sol elinde sigara tutuyor.

O fotoğraf, büyük olasılıkla Battal Pehlivan’ın çektiği fotoğraflardan. Behçet’in önünde yangın tüpü duruyor; saatler sonra başlayacak yangından haberli gibi. Ellerini kavuşturmuş yüzünün soluna doğru. Gözlerini ışıktan mı kapattı acaba?

Arkada Metin’le aynı basamakta oturuyor Uğur Kaynar. Sol eli çenesinde; büyük gözlüklerinin içinde gözleri yere bakıyor; düşünceli. Sırtında kırmızı, kareli gömleği. Gömleğin üstünde yelek var.

Battal Pehlivan da Madımak yangınından altı ay sonra yürek vurgunundan öldü. O yaz, Rıfat Ilgaz da ülkemizin acısına dayanamadan gitmişti.

NİŞANLISININ SAÇLARINI ÖREN DELİKANLI

Hâlâ isli bir kara boğuyor benliğimi. Ruhum yanıyor her Sivas denildikçe. Metin’in akıllı kızı Zeynep Altıok’un TBMM İnsan Haklarını İnceleme Kurulu’nda sanki suçluymuş gibi sorgulandığını, yakanların varislerince(!) utanmazca sıkıştırıldığını okumadık mı? Bunları gördükçe insanlık adına kalbim sıkışıyor. Hâlâ azgın kalabalığın, sesini bile duymamışken Aziz Nesin’ce kışkırtıldığını söyleyenlerin insan haklarını araştırmaya, incelemeye hangi niyetlerle başladıklarını anlamak zor değil.

Zeynep’in gazetedeki fotoğrafına bakıyorum; soğukkanlı, bilinçli. Karşısındaki kaşarlanmış politikacılara papuç bırakmıyor. Ama karşısındakiler, onun sözlerinden bir şey anlıyorlar mı, anlamaya niyetleri var mı? Böyle bir şey ayda çadır kurmak kadar düş benim için…

Madımak’tan belleğimde kalan fotoğraflardan biri de bir delikanlının nişanlısının saçlarını örmesiydi merdivenlerde. Sıkıntıdan. Taşlarla, molozlarla camlar, çerçeveler aşağı indirilirken onlar, gerginliklerini böyle susturuyorlardı içlerinde sanırım. O çocuklar da yok şimdi… Ali Balkız’la çatı arasına kadar çıkarak kurtuluş yolu aradığımız otelin karşısındaki iş hanının en üst katına kadar saldırganlarla dolu olduğunu gördüğümüzde umutsuzlukla merdivenlere dönüşümüzü bir fotoğraf gibi yaşıyorum şimdi.

Asaf Koçak

HER AN YARAMAZLIK YAPMAYA HAZIR BİR ÇOCUK GİBİ

Gerçekte kendi içimize döndüğümüz zaman dışarıya nasıl bir görüntüyle yansıdığımızı hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak Battal Pehlivan’ın Cumhuriyet’in aydınlığı için çektikleridir bugün kitaplarda, gazetelerde çıkan fotoğraflar… Saat 13.30’dan 21.00’lere değin süren taşlama, yangın her insana nasıl gelgitler yaşattı o sürede; bilmek zor.

Kesin olan bir şey var ki Metin’in, Behçet’in, Uğur’un merdivenlerdeki düşünceli fotoğraflarına baktığımda sanki ölümce seçildikleri gibi bir duyguya kapılıyorum.

Ateş Mektupları’nda[1] Karanlık Fotoğraflar şiiri şöyle başlıyor:

ateş suya yakın durdu
gözlerini geçmişe çevirdiğin
son fotoğrafta
paslı bir dil gibi konuşuyor
konduğu albümlerde gözbebeklerin
….

Yine genç bir şairin, Haydar Ünal’ın 109 numaralı odanın penceresinden çıkarken yukarıdan düşen bir camla kesilen omuz başı gözümün önünde. Gömleği kan içinde Haydar’ın. Ürkü içinde çıktığımız arka boşluk, akşamın alacasına kucak açmıştı çoktan.

Bir fotoğraf da Asaf Koçak’tan.  Olayın başladığı saatlerde mızıkasıyla ortalarda dolaşıp hepimizi neşelendirmeye çalışan afacan çizerden. Renkli gömleği, sakalı, mavi gözleriyle her an yaramazlık yapmaya hazır bir çocuk gibiydi. Ateşin, vahşi saldırının karşısında ne yapsın mızıka; sustu.

…..
birazdan bir fotoğrafın
arabına dönecek yaşamımız
daha ne yaşadık ki diyor biri
mızıka çalıyor asaf boşlukta
boşlukta duruyor mavi gözleri[1]

(devamı yarın)


[1]Ateş Mektupları, Hidayet Karakuş, Bilgi Yayınevi, 1995.