Kendini bir eldiven gibi tersine çeviren şair…

Saçlarını arkaya doğru ıslatarak tarardı Metin Altıok. Kara gözlerinde dostluk, merak, soru vardı hep. Yakındı, insana yakın bir şairdi.  En zaman karşılaşsak ben görmesem bile seslenirdi… Özgürlüğüne en küçük sınırlamayı kabul etmeyecek derecede kararlı, bilinçliydi Metin Altıok, gerçek bütün şairler gibi.

Hidayet KARAKUŞ
karakushdyt@gmail.com

Saçlarını arkaya doğru ıslatarak tarardı Metin Altıok. Kara gözlerinde dostluk, merak, soru vardı hep. Yakındı, insana yakın bir şairdi.  En zaman karşılaşsak ben görmesem bile seslenirdi. Onun Deniz Feneri şiirinin dergide yayımlandığı günlerde Efdal Sevinçli’yle birlikte heyecanlanarak okumuştuk. “Kendi içinde merdivenleri bir inip bir çıkan” “Kendini bir eldiven gibi tersine çeviren” insanın evrensel yalnızlığını felsefeyle sarmalayıp söylüyordu ama içimize en dokunanı da Evde Yoklar şiiri olmuştu.

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.     
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar,
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.*
….

Metin Altıok; “kendi içinde merdivenleri bir inip bir çıkan

“YAŞADIKLARININ SEVİNÇ HANESİ BOŞ”

Metin’in bu şiiri, kendisi için yazdığını söylerdi Dinçer Sezgin.

Meşrutiyet Caddesi’nin arka uzantısında bir sokaktaydı Dinçer’in evi. Oraya yalnızlar gelirdi hep. Ben de birinde İzmir’den Dinçer’e konuk olmuş; orada Alaaddin Özdenören’le tanışmıştım. Bir de Murtaza vardı soyadını anımsamadığım. Halk ozanıydı sanırım.

Metin de bir gün gelip Dinçer’i bulamadığında yazmıştı bu şiiri ona göre. Belki de Metin öyle söylemişti kendine.

yaşamadıklarının listesini yapar metin

yaşadıklarının sevinç hanesi boş**

Şairler eskiden beri bilici sayılırlar. Bu onların gerçekten bilici olduklarından değil yaşamı iyi gözlediklerinden, insanın huyunu suyunu bilgiyle, felsefeyle tarttıklarından doğan bir sezgi özelliği olsa gerek. Ben de onun şiirlerinde rastladığım kimi dizeleri şiirlerime almıştım:

….
insan yazdığını mı yaşar
metin çapraz yapıyor dizelerini
“yangınlardan geliyorum dedi adam
ve yangınlara gitti yanık”
yattığı yeri seçemeyen ölü gibi
uzanıyor boylu boyunca
kendini yakanların rüyasına**

“BANA DEVLET İÇKİYİ BIRAKTIRAMADI, SEN HİÇ BIRAKTIRAMAZSIN.”

Edebiyatçılar Derneği Yönetim Kurulu’nun ikinci genel kurulundan sonraydı. Altın Park’ta Ankara Belediye Başkanı Murat Karayalçın’ın destekleriyle düzenlenen ödül töreninin içinde toplanmıştık küçük bir odada. Yanılmıyorsam on altı kişiydik. Erdal Öz, Hüseyin Yurttaş, Ahmet Say, Metin Altıok, Behçet Aysan…  daha pek çok arkadaş yürütme kurulunu oluşturmaya çalışıyorduk.  Doğal olarak Ankara’daki arkadaşlar yürütme kuruluna girecekti. Ahmet Say, yorulmuştu sanırım. Yeniden yürütme kurulunda olmak istemiyordu ama ondan başka da bu işleri bilen, bu işler için koşacak, tuttuğunu koparan bir arkadaş görülmüyordu. Hepimiz yeniden başkan olmasını istiyorduk. Israrlarımıza dayanamadı, yürütme kuruluna girip başkan olmayı kabul etti, biz de adlar önermeye başladık. Metin Altıok da önerdiklerimiz arasındaydı.  Ahmet, Metin’in adı geçince ona dönerek “İçmeyeceksin ama” dedi.

Metin, öfkeyle elini masaya vurdu: “Bana devlet içkiyi bıraktıramadı, sen hiç bıraktıramazsın.”

Özgürlüğüne en küçük sınırlamayı kabul etmeyecek derecede kararlı, bilinçliydi Metin Altıok, gerçek bütün şairler gibi. Son olarak belleğimdeki ‘karanlık fotoğraflar’a bir görüntüyü daha eklemek istiyorum. Tarih düşmek için daha önce Cumhuriyet’te yazdığım bir yazının özeti olacak.

“ONURSAL DOKTOR OLAMAMANIN ONURU

3 Temmuz sabahı, Sivas Emniyet Müdürlüğü’nde kurtulanları önce o günün Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, kuvvet komutanları, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, Kültür Bakanı Fikri Sağlar… ziyaret ettiler.

Hepimiz olayları yaşadığımız saatlerden daha şaşkındık. Arkadaşlarımızın da bizi gibi kurtulduklarını sanırken gecenin ilerleyen saatlerinde televizyonlardan ölümlerini öğrenmiştik.

Öğleye doğruydu. Dışarı çıkamıyorduk. Aziz Nesin’in Hanım arkadaşı Ayben Kop, yanıma geldi:

 “Hidayet Bey, Aziz Nesin’in son dosyası otelde kaldı. Bir çantanın içinde. Ona ulaşmamız gerekir. Ne yapabiliriz?”

 “Düşünelim, ne yapabiliriz Ayben Hanım. Bir yol bulunur herhalde.”

Bu konuşmadan az sonra merdiven başında o günün de bu günün de ünlü gazetecilerinden ikisini, Cengiz Çandar’la Hasan Cemal’i gördüm. İkisi de aydındılar ya! İkisi de bir zamanlar solcuydular ya! Bir dosyanın kaybolmasına hele Aziz Nesin’in yeni bir yapıtının yok olmasına gönülleri razı olmazdı bana göre!

Durumu anlattım ikisine de. Sesleri çıkmadı. Ne olur, dediler; ne olmaz.

O an akıllarından neler geçti bilemem. Belki de içlerinden Aziz Nesin’i suçlamaya hazırlanın yazıların ilk satırlarını yazıyorlardı kafalarında; kim bilir!

Saat 14.00 sıralarında içimizden seçilecek beş altı kişiye otele gidip kalan eşyalarımızı almak için izin verildi. Ben gitmek istedim hemen. Emniyetin bir aracıyla gittik. 109 numaralı odadan çıkmıştık zaten. Eşyalar da oraya toplanmıştı. Aziz Nesin’in çantasına baktım ilkin. Siyah bir bond çantaydı. Açıp baktığımda dosyanın içinde olduğunu gördüm; Emniyet Müdürlüğünde Ayben Kop’a teslim ettim. Dosyanın adını kitap olarak hepimiz biliyoruz şimdi: Onursal Doktor Olamamanın Onuru.


* Metin Altıok Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, 1993

** Ateş Mektupları, Hidayet Karakuş, Bilgi Yayınevi, 1995,