SAHAPSIZ MELMEKET!

Yazar, çevirmen dostumuz Mahmut Ayaz süreğen rahatsızlıklarına bir de kolunu sakatlayarak ‘katkıda’ bulundu. Bir an önce sağlığına kavuşmasını diliyoruz. Durumunu anlatan mektubu ise bizden çok okurlarımıza verilmiş rapor gibiydi. Halimize ayna tutuyor Ayaz: “Hazirandan beri internet yok, geçen ay güya yaptılar, birkaç gün sürdü, sonrası yine eskisi gibi, yani yine yok, onca başvuru ve şikayeti tınlayan da yok, dingonun ahırı bir memleket ve Batı hala bizi kıskanıyor!

MAHMUT AYAZ

Sevgili arkadaşlar,

Geçen ay durumumla ilgili olarak kısaca bilgilendirmiş, elim düzelince/düzelirse bana yazan herkesin mesajını tek tek yanıtlayacağım demiştim. Yanıtlarım geciktikçe gecikiyor, çünkü işin daha zor ve sabır isteyen sürecine geçildi, plastik cerrahi yarım alçıyı çıkarıp dikişleri aldı ve fizik tedaviye sevk etti. Fizik tedavi de kola protez taktı ve 1 aydan sonra 2 parmağı kıpırdatmayı başardı, yüzük parmağı henüz çalışmıyor, zaten bir halta yaramıyor, yazı yazmak için işaret parmağı çalışsın yeter, daha işin başındayız, dikişlerin kopmaması için çok özen gösteriyorlar, bu nedenle süreç yavaş ilerliyor. Birkaç ay daha sabretmemiz gerekecek.

Velhasıl, bu nedenle tek tek yanıt yazamıyorum, ama gelen her mesajı, internet kafeye uğradıkça okuyorum. Yaklaşık olarak 10 günde bir internet kafeye uğruyor, e-postaya bakıp çıkıyorum. Karabağ savaşıyla ilgili eskimiyen.com’a gönderdiğim girizgah babındaki yazıda ikinci bir yazıda Karabağ’ın ayrıntısına gireceğimi, tarihsel geçmişine uzanacağımı söylemiştim, hatta yazının başlığını bile koymuştum (Karabağ Kimin Yurdu?), ama elimin şişliği inmediği için doktor serzenişte bulununca o yazıyı erteledim. Doktor durumu anlamış, “elini hareket ettirdiğin, zorladığın için şişlik inmiyor, bir yakının varsa çağır, yapman gerekeni ona anlatalım” demişti, meali şudur; sen geri zekalısın, anlamıyorsun, yakınına anlatalım da bir daha şiş elle gelme!

Ben böyle anladım ama haklarını teslim ediyor ve minnetle belirtiyorum ki, doktor da, hemşire de çok kibar insanlar. Bu arada, doktor kadın, hemşire erkek. İkisi de elime, bir kuşun ya da kelebeğin kanadına dokunur gibi dokunuyorlar, öyle yumuşak, öyle narin… Onların bu ele gösterdiği hassasiyeti ben göstermiyorum, yeri gelince zorluyorum. Her yemek ve bulaşıkta komşum olan ablamı, yeğen Gökhan’ın annesini çağırmak, kocasına ve oğluna zırt ve pırt yemek yapan o kadına eziyet etmek hoş değil, bu nedenle bazen kendi işimi kendim yapmaya çalışıyorum ve dolayısıyla da elin şişliği inmiyor. Sonuçta, size de yanıt yazamıyorum, Karabağ konusunda daha fazla yazı da yazamıyorum 🙁

Bu arada, Hazirandan beri internet yok, geçen ay güya yaptılar, birkaç gün sürdü, sonrası yine eskisi gibi, yani yine yok, onca başvuru ve şikayeti tınlayan da yok, dingonun ahırı bir memleket ve Batı hala bizi kıskanıyor! Yeri gelmişken bu konuya uygun bir de fıkra anlatayım:

İstanbul’da yaşayan iki Erzurumlu kadın kendi aralarında konuşurken biri ötekine demiş ki, bacı, bilirsen, Erzurum’a gar yağmış. Öteki kadın da demiş ki, ee tabii yağar, sahapsız melmeket.

İnternet kafeler Temmuzda açılmıştı, yine kapatılırsa sizlerle hiç irtibatım olmayacak. Telefon çekmez, internet yok. Kafaya takmıyorum, kafaya taka taka kafayı kırdım ve kafaya takmam da yasak zaten. Üzülmek, kızmak gibi duygular insani duygulardır, ama beyin cerrahı onları yasaklayalı çok oldu. Tepkisiz, duygusuz, robot gibi yaşamaya mahkumum.

Aslında toplumlar da mahkum, ama bunun farkında değiller. Farkında olununca acı çekiliyor, olunmayınca en olumsuz durumlardan bile mutlu olunuyor. İster istemez politikaya giriyoruz, çünkü politika her alanda, her açıdan dibine kadar bize, hayatlarımıza girmiş durumda. Politikadan azade hiçbir şey yoktur. Duygular, aşk, sevgi gibi şeyler de fazlasıyla politiktir. Dolayısıyla duygular da saf değildir, hemen her duygu sistemin etki alanındadır, az ya da çok kirlenmiştir. Mülkiyet duygusunu ve ego manyaklığını aşamadığımız sürece kendimiz olamayacağız.

Ayrıntıya girdim, çünkü 50 günden sonra ilk kez birkaç bira içiyorum. Bira içiyorum, çünkü bira uyutuyor. Haftalardır uykusuzum, her gece yarım saat uykuyla sabahlıyorum, gece 12’de uyu, yarım saat sonra uyan ve sabahla. Yeter artık dedim ve bu gece, 50 günden sonra bu gece güzel müzikler açarak birkaç bira içeyim ve rahat uyuyayım dedim. İnternet aylardır yok, telefon zaten yıllardır çekmez. Batı bizi ne bok yemeye kıskanıyor bileniniz var mı? Emperyalist ülkeler, kendilerine bağımlı az gelişmiş/geri kalmış (biz geri bıraktırılmış deriz) ülkeleri ne pok yemeğe kıskanırlar? Bu yalanla daha kaç yıl geçireceğiz? Ömürler bitiyor, yalanlar bitmiyor. Yalanlarla geçip giden ömürler… Hakim sınıfların egemenliğinde heder olan hayatlar… 

Yeri gelmişken; Yazılarımda bazen hayat derim, hayattan kastım, sistemdir, sistemin insanlara dayattığı hayattır. Ve benim derdim sistemledir! Falan parti, filan örgüt, feşmekan lider değildir. İnsanlara dayatılan bu sistemle adam gibi mücadele eden herkesleyim. Bu boktan sistemi yıkamadığımız sürece bu sistemin bize dayattığı hayatlar daha da kararacak, karanlıklaşacak. Hadi ezici çoğunluk mal gibi yemekten, içmekten, sevişmekten ve sıçmaktan ibaret mutlu mesut baht/hıyar yaşadı, halinden memnun, peki onca borca boğulan, geleceği karanlığa boğulan çocukları ne olacak?  

Nereden nereye geldik… 

Kolum yine sızlamaya başladı, beden uyarı veriyor ve kes artık diyor, doktora kontrole gidince durum anlaşılacak ve doktor ne der bilmiyorum. Burada kesiyorum.  

Şimdiki durumumu gösteren bir foto ve Karabağ’la ilgili birkaç mahnı gönderiyorum. Sonuçta, kaygılanan arkadaşlar kaygılanmasınlar, biraz geç de olsa elim düzelecek. Sağ olun, var olun. 

Sevgi ve selamlar.  Saygılarımla / Hörmetle / С уважением