Ay… Hilalken ayrı, dolunayken ayrı güzel!

NASA’nın Artemis Programı ile 2024 yılında Ay’a yeniden insan göndermeyi planladığı bugünlerde, siyaset, pandemi, karantina, aşı gibi güncel ve tatsız konulardan biraz uzaklaşıp gözümüzü gönlümüzü biricik uydumuz Ay’a çevirelim mi, ne dersiniz?

 

LEYLA TUNÇ YELTİN

Kadim zamanlarda Gün Ana ve Ay Dede göksel tahtlarında oturur; dünya üzerindeki torunlarını seyreder, onları sever ve kollarlarmış. Gün Ana gündüzleri, Ay Dede geceleri gözetirmiş onları. Ay Dede geceleri insanların uykularını bekler, onları kötü ruhlardan korur, rüyalarına yön verirmiş. İnsanlar Ay Dede’nin tuhaflıklarına da alışkınmışlar. Bazen tüm yüzünü gösterir, kocaman tepsi gibi bakarmış onlara, bazen küçülür incecik kalır, kimi zaman da öyle soluklaşırmış ki gece görünmez sadece gündüz vakti silik bir yüzle otururmuş göksel tahtında. Ama bazen Ay Dede pırıl pırıl parlarken, birdenbire kararmaya başlar, kötü ruhlar, cinler, periler Ay Dede’nin kadim ruhunu tutsak edermiş. Bunu gören insanlar, bilirlermiş ki tanrılarını kurtarmak için kötü ruhları korkutup kaçırmaları şarttır. O nedenle davullarını alır, davulu olmayan kap kacağını, o da olmayan taşı alır, öyle bir gürültü, öyle bir patırtı yaparlarmış ki yer gök inlermiş. Çok yürekten çok güçlü vururlarmış davulun tokmağını; elleri kanar, avuçları nasır tutar, kulakları sağır olurmuş. Sonunda tüm bu çaba işe yarar, kötü ruhlar korkar, Ay Dede’yi bırakır ve uzaklaşırlarmış. Torunları tarafından bu kez de kurtarılan Ay Dede neşeyle gece göğünü aydınlatmaya devam edermiş… ta ki bir sonraki ay tutulmasına kadar.

Anadolu mitolojisinin ‘Ay Dede’si, gezegenimizin yegane uydusu, şu koca evrendeki yalnızlığımızın ortağı ay.

Dünya üzerindeki romantizmin büyük bir bölümünün ilham kaynağı; hilalken ayrı, dolunayken ayrı güzel olan sadık dostumuz.

Geceleyin gökyüzündeki en parlak ve bize en yakın cisim.

Gezegenimizi daha yaşanılır kılan sevgili uydumuz. O olmasaydı eksenimiz etrafında daha bir yalpalayarak dönecektik. Ay sayesinde çok daha az yalpalıyoruz ve iklim değişiklikleri görece daha düzenli ve dengeli. Ama ayın varlığına ve milyon yıldır yaptığı bu göreve rağmen, insan türü kendi özgün ve sürekli çabası ile iklim dengesini bozuyor, bozuyor… ah evet, marifetlerimiz saymakla bitmez. Ama bugün konumuz ay, sadece ay.

Beni bu platformda okuyanlar arasında iseniz, bugüne kadar hep kitap tanıtım ve değerlendirmeleri yazdığımı biliyorsunuzdur. Bugün öyle olmayacak. Bugün yumuşak ve de -umarım- eğlenceli bir şekilde gezegenimizin yegâne uydusu, küçük kardeşi aydan bahsedeceğim.

Neden? Çünkü ay güzel, ay romantik, ay şu koskoca uzayda bize en yakın dost. Ve insan türünün dünyamız dışında -henüz- ayak basabildiği tek yer.

Hem de bakın insanlık gidip gelmekten çoktandır vazgeçtiği ayla yeniden ilgilenmeye başlamış. NASA 2024 yılında ilk kez bir kadın astronotu ay yüzeyine indirmek için çalışadursun; gelin, yer küreden başka yere kıpırdayamayan bizler, başımızı kaldırıp biraz bakalım göklerdeki gülen yüze.

ÖNCE HAFİF BİR BİLİMSEL ALTYAPI

Yarıçapı 1.740 km imiş; yani ay, dünyanın üçte birinden biraz küçük. Dünya ile ay arasındaki mesafe de 384.000 km. Bir de bilim insanları diyorlar ki ay giderek dünyadan uzaklaşıyormuş. Bunun sebebi de gelgitlermiş (dünya üzerindeki büyük su kütlelerinin varlığı ve hareketi hem ayın bizden uzaklaşmasına hem bizim dönme hızımızın azalmasına yol açıyor) Her yıl yaklaşık 3,8 cm uzaklaşıyormuş.

Bundan korkmalı mıyız? Hayır. Bu uzaklaşma ile ilgili herhangi bir değişim gözlenmesi bizlerin ve bizden çok sonrakilerin ömürleri içinde mümkün değilmiş. Zaten yörüngeden ayrılamazmış. Yani böyle bir şey olmadan önce güneşimizin genişleyip her şeyi hepten yutması daha yüksek bir olasılık. Bu da nereden baksak 10 milyar yıl demek. O kadar yaşamayı düşünen var mı?

Aşağıda ayın bugüne kadar dünyadan çekilmiş en net görüntüsü olduğu iddia edilen bir fotoğraf var. Fotoğraf sanatçısı Andrew McCarthy.

AYIMIZIN ÖZELLİKLERİNE DEVAM EDİYORUZ

Ay çalışkandır. Dünyadan daha çok hareketi var. Dünya bir kendi etrafında, bir de Güneş etrafında dönerken, ay tıpkı dünya gibi hem kendi etrafında hem dünya etrafında döndüğü gibi, bir de dünya ile ortak hareket ederek güneş etrafında döner.

Ayın kendi etrafında dönüşü ile dünya etrafında dönüşü aşağı yukarı aynı süre. Buna senkronize rotasyon veya gelgit kilitleme deniyor. Bu da biz fanilerin dünyadan bakınca daima ayın aynı yüzünü görmemiz sonucunu doğuruyor. Ayın karanlık yüzü fantezileri, sanki ayın göremediğimiz yüzünde bir yaşam var da bizlerden saklanıyor gibi fantastik düşünceler, kitaplar, filmler hep bu nedenle ortaya çıkmıştır.

Hâlbuki diğer yüz de aydınlanır, ama tek nirengi noktası dünya olan bizler bunu göremeyiz. Neyse ki bilim insanlarının incelemeleri, gelişmiş teleskoplarla yapılan ölçümler, uzaya çıkıp da bize bilgiler yollayan araçlar, astronotlar ufkumuzu genişletiyor.

Aşağıya raftiye.com adresinden aldığım görselde çok basit bir çizimle ayın evreleri var. Ne zaman aydınlık, ne zaman karanlık görelim bakalım.

Ayın halleri

Yani dolunay dediğimiz hal, ayın bizim görebildiğimiz yarımküresinin tamamının güneş tarafından aydınlandığı hal. Yeni ay ise, ayın güneş tarafından aydınlanan yarımküresinin dünyadan görünmediği durum. Ayın halleri dediğimiz oluşum sadece dünya üzerinde duran bizlerin görüş açısı ile ilgili.

PEKİ, AY NASIL OLUŞMUŞ DERSİNİZ?

Bugün en kabul gören teori, Mars büyüklüğünde bir uzay cisminin dünyaya çarptığı şeklinde. Bundan 4,5 milyar yıl önce olmuş bu çarpışma. Çarpışma sonucu hem dünyadan hem çarpan cisimden kopan parçalar dünyanın kütle çekimine kapılarak bizimle birlikte dönmeye başlamış.

Bizimle demem ne kadar zavallı bir büyüklük hali farkında mısınız? 4,5 milyar yıl öncesinden bahsediyoruz. Biz dediğimiz insanlık ise bu süre içinde sadece bir an. Ama illa ki “biz” illa ki “bizim”.

Neyse efendim, demem o ki, çarpışmayla oluşan parçalar dönme hızıyla eriyik halden giderek katı hale geçmeye başlamış. İlk başlarda bir magma okyanusu varmış ayda. Bu okyanus giderek kristalleşmiş, daha az yoğun kayalar da yüzeye doğru çıkarak bir kabuk oluşturmuş. Sevgili, sadık ayımız böyle oluşmuş işte.

Ayda çok sayıda krater ve yeryüzü şekli var. Atmosferi çok ince olduğu için asteroitler, meteorlar rahatça yüzeye ulaşarak çarpabiliyor. Bu nedenle Uluslararası Astronomi Birliği tarafından açıklandığı üzere ayda irili ufaklı 9.137 krater var. Bu kraterlerin 1.675 tanesi de tarihlenmiş durumdaymış.

Kraterlerin ve yer şekillerinin isimleri de var. Astronomların, bilim insanlarının, dünyadaki yer şekillerinin, önemli kişilerin, astronotların, yazarların, şairlerin isimleri verilmiş. Bizden de var. Toros sıradağları mesela; Atatürk krateri de varmış. Torosların üzerinde halka şeklinde büyük ve güzel görünüşlü bir kratermiş. Fatih Sultan Mehmet, Ali Kuşçu, Uluğ Bey de aydaki Türk isimleri arasında yer alıyormuş. Aşağıda bilimkurgukulubu.com adresinden aldığım bir ay krateri görseli var.

AYDA SU VAR MI YOK MU? BU GERÇEKTEN ÖNEMLİ.

Ayda su var. Bunu artık biliyoruz. Uzun yıllar, yapılan gözlemler ve incelenen örnekler ayın tamamen kuru olduğunu düşündürmüştü bilim insanlarına. 2008 yılında ayın yüzeyine dağılmış şekilde hidroksil molekülleri tespit edilmiş. En son 2020 yılında kızılaltı ışınlarla yapılan incelemelerde (SOFIA) ayda hem gölgeli hem de güneş ışığı alan bölgelerde su moleküllerine rastlanmış.

Bu hem çok yeni hem de önemli bir gelişme. Çünkü suyu taşıması ağır ve masraflı, insanlı görevlerde ise çok gerekli. Gelişme çok yeni olduğu için henüz bu alandaki çalışmalar konusunda sıradan mecralara ulaşmış fazla bir bilgi yok. Ama eğer ayda bulunan suyun dönüştürülmesi ve kullanılır hale gelmesi mümkün olursa, bu durum ayın kolonileştirilmesi girişimlerinde kolaylık sağlayacaktır. Böyle diyor kaynaklar.

Ah, gidilen her yerin kolonileştirilmesi, bulunan her türün kendi başına bırakılmayıp insan çıkarları doğrultusunda kullanılması ve nihayetinde insanın elinin değdiği her yerin bozulması, her şeyin tüketilmesi adeta türümüzün alametifarikası değil mi?

Ay ile ilgili aklım erdiğince, elim vardığınca derlediğim bilimsel kısım bu kadar. Kısa evet, ama ben bu kısa bölüm için bile çok çalıştım.

Ama ay, o güzelim, gizemli, muhteşem ay… onu sadece bilimle sınırlamak haksızlık olmaz mı?

BİRAZ MİTOLOJİYE BAKALIM

Arkaik dönemlerde bir muamma olan gökyüzünde ve korkutucu gece göğünde parlak, bazen küçük, bazen yusyuvarlak, bazen gümüşi, bazen sarı, bazen kırmızı bir cisim olması insanları şaşırtmış, meraklandırmış, en çok da korkutmuş.

İnsanların genellikle uykuda oldukları bir zaman diliminde görünmesi ise, uyku ile ölümü yakın gören türümüzün ay ile ölümü özdeşleştirmesine yol açmış.

Hint mitolojisinden Yunan’a (ve Roma’ya), Pers’ten Afrika’ya pek çok mitolojide ay önemli bir unsur. Yunan mitolojisinde ayla ilişkilendirilen iki tanrıça var; Selene ve Artemis. Tanrıça Selene’nin Bafa gölü kıyısında çoban Endymion ile yaşadığı aşk hikâyesi güzel bir öyküdür.

Selene ile sonsuzlukta kavuşabilmek ve hiç ayrılmamak için Endymion, Zeus’tan sonsuz uyku diler. Bu dileğin kabul edilmesi ile sevgililer önce buluşamasa da sonra yine birlikte olurlar. Selene’nin başında taç gibi bir hilal taşıması onun boğa boynuzlu tanrıça olarak adlandırılmasına yol açar. Aşağıda Selene ve Endymion’un buluşmasına ilişkin bir görsel var.

Selene ve Endymion

Türk mitolojisinde de ay zaman zaman eril zaman zaman dişil bir tanrı olarak betimlenmiş. Mesela, Gün Ana – Ay Dede inancı var. On altı tabakalı gökyüzünün yedinci tabakası Gün Ana olarak adlandırılan tanrıçanın yeriymiş ve oradan yeri göğü aydınlatırmış. Gün Ana ve Ay Dede insanların ilk büyükannesi ve büyükbabası sayılırmış. Uyku, rüya, sessizlik, sükûnet ile özdeşleştirilen bir mitolojik figür olan Ay Dede, bugün dahi masallarda yer alır.

Ay ve Güneş insana yakın tanrılar olarak düşünülürmüş ve hep göz önünde olduklarından kadim insanlar Güneş’in ve Ay’ın kendilerini daima izlediğine inanırlarmış. Bu nedenle en önemli yeminler onların şahitliği altında edilirmiş.

Arkaik dönemlerde insanlar ay ve güneş tutulmalarından da korkarlarmış. Bugün de, -artık korkulmamakla birlikte- önemsenen, seyri muhteşem göksel olaylar değil mi. Ben mesela yıllar önce tam güneş tutulması seyredebilmek için İstanbul’dan Antalya’ya gitmiş ve kişisel tarihimin muazzam deneyimlerinden birini yaşamıştım.

Ne olduğunu, neden olduğunu çok iyi bildiğimiz bu yüzyılda dahi insanı etkileyen bu göksel fenomenler tabii ki eski insanları korkutacak ve bu olaylara hikâyeler yazmalarına neden olacak. Mesela Anadolu folklorunda ay tutulması ayın periler ve cinler tarafından kaçırılması olarak nitelenirmiş, insanlar ayı kurtarmak için kötü ruhları korkutmaya çalışırlarmış.

Burada ilginç bir etimolojik bilgi olarak şunu aktarayım; Şaman inancında her şeyin bir ruhu olduğundan ayın da bir ruhu vardır. Kötü ruhlar ayı kaçırdığında ayın tutsak olduğuna inanılırmış. Bu nedenle ‘ay kararması’ ‘ay kaybolması gibi terimler yerine, tutsak kelimesindeki gibi “tut” kökünden türeyen tutulma ifadesi kullanılırmış, hala da öyle.

BİLİM KURGU VE AY

Aydan bahsederken kısa da olsa böyle bir alt başlık açmazsam olmaz tabii. Aya seyahate dair ilk bilim kurgu kitaplar Kepler’in “Somnium” (1634) ile Godwin’in “Ay’daki Adam” (1638) adlı eserleri. Bu iki kitap zaten çoğu kaynakta bilim kurgu edebiyatına ilişkin ilk eserler olarak geçer. Godwin kahramanını yabani kuğuların üzerinde aya götürüp getirir. Ay sakinleri ile tanıştırır. Kepler’in kahramanı da aya gider ancak kitabın sonunda bunun rüya olduğunu anlarız.

Ay ile ilgili yazanlar arasında Edgar Allen Poe’yu ve Jules Verne’i muhakkak saymak lazım. 19 yüzyılla birlikte ayın daha detaylı ve bilimsel açıdan daha doğru incelenmesi ile ayda -en azından yüzeyinde- yaşam, giderek bir ihtimal olmaktan çıkmaya başlamış. H.G. Wells de mesela 1901’de yazdığı “Aydaki İlk İnsan” adlı romanında ayın üzerinde değil içinde yaşayan bir ırktan bahseder.

Roket teknolojisinin gelişmesi özellikle ikinci dünya savaşı sonrası dönemde roketle aya gitme ile ilgili bilim kurgu eserlerini hızlandırmış. Arthur C. Clarke, Robert Heinlein gibi bilimkurgunun önemli kalemlerinin eserleri ile de aya seyahat giderek popüler bir alan haline gelmiş.

1969 yılında ilk insan aya ayak bastıktan sonra “aya seyahat” de bilim kurgudan gerçeğe evrilen alanlardan biri haline geldi.

İnsanlığın aya ayak basmasını takip eden ve günümüze uzanan bilim kurgu edebiyatı temaları çoğunlukla ayın kolonileştirilmesi, uzay madenciliği, ayın bir atlama taşı gibi kullanılarak Mars ve dış uzaya seyahat gibi alanlar içermeye başladı. Ama tabii tür içinde Larry Niven, Roger Allen, Stephen Baxter, Andy Weir gibi, doğrudan ayı konu alan eserler yazan çağdaş yazarlar var.

Ay seyahati ile ilgili çok sayıda müthiş veya sıradan, felsefi veya hafif film ve dizi de yapıldı. “Uzay 1999” (1975-77) mesela, ben yaştakilerin çocukluğunda her hafta televizyon başında heyecanla beklediği bir dizi idi.

Dünyanın nükleer atıklarının depolandığı ayın, bu atıkların patlaması neticesinde yörüngeden çıkıp Ay Üssü Alfa’daki personelle birlikte derin uzaya yaptığı yolculuğu anlatan diziyi hatırlayanınız var mı? Dizi adeta o günden insanlığın dünya dışındaki gök cisimleri için pek hoş olmayan planlarına işaret ediyor.

BİLİM KURGUDAN YİNE GERÇEĞE DÖNELİM VE AYDA İLK İNSAN

Neil Amstrong 16 Temmuz 1969 günü ay yüzeyine indi. Aya ayak basan ilk dünyalı. Hemen ardından modülden inen Edwin Aldrin de ikincisi (ama onun ismi aklımıza kazınmamış değil mi). O gün üç astronottan oluşan ekip Sessizlik Denizi olarak adlandırılan bölgeye indiler. Micheal Collins kurallar gereği modülden hiç çıkmadı, diğer iki astronot ay yüzeyinde toplam 21 saat 36 dakika kaldı.

Aya insanlı yolculuklar 1972 yılına kadar sürdü. Bu tarihten sonra bilim insanları gözlerini ayın ötesine çevirdiler. Çok masraflı ve tabii daima tehlikeli olan ay seyahatleri yerine dünyadan uzayı gözlemleyecek cihazlar oluşturmaya eğildiler.

Hemen her konuda olduğu gibi aya ayak basılması konusunda da onlarca komplo teorisi var. En bilineni tabii ki “aslında aya gidilmedi, kandırıldık”: Soğuk savaş dönemi, yüksek maliyet, kaynakların başka yerlerde kullanılması gereği, Vietnam savaşı gibi nedenlerle kamuoyunu böyle büyük bir başarı ile kandırarak gözünü boyamak çabası diye uzun uzun anlatan kaynaklar var.

Bir de hani insanlı ay seyahatleri 1972 yılında durdu devamı gelmedi dedik ya, bunu da uzaylılarla temas ve onların insanlığa aydan uzak durma ihtarına bağlayan kaynaklar var. Komplo teorileri sonsuz ve eğlenceli.

AY YARIŞI

Gerçekten de 1950’lerle birlikte ABD ve Sovyetler Birliği arasında bir “ay yarışı” başladı. Aya inen ilk insansız araç Sovyetler Birliği’ne aitti. Ayak basan ilk insan ise ABD’li idi. Şöyle özetleyebiliriz; SSCB, ABD ve Çin aya başarılı bir şekilde araç indirdiler. ABD ay üzerine ayak bastı. SSCB, Japonya, Çin, Avrupa Uzay Ajansı ve Hindistan da sonda aracılığı ile ayı ziyaret etti.

Yani, kim ne yaptı ne kadar yaptı yarışı bir kenara bırakılacak olursa insanlık aya gitti, ayak bastı, taş ve toz örnekleri topladı, inceledi, öğrendi.

Günümüzde, ayı -öncelik Mars olmak üzere- güneş sistemine açılmak için bir üs olarak kullanmak görüşü var. NASA 2024 yılı için aya yeni bir görev hazırlığı içinde. Bu programın adı Artemis. Aşağıda kısaca Artemis programından bahsedeceğim.

Ama konu NASA’dan açılmışken, bu kurumda çalışan ilk Türk mühendisi İsmail Akbay’ı anmadan geçmeyelim. NASA’da 31 yıl çalışmış olan Akbay ABD uzay araştırmalarının öncüleri arasında anılan bir mühendis. Mudanya’nın Zeytinbağ (Trilye) köyünden NASA’ya uzanan bir hikâye.

Apollo Saturn V-S1C roketinin F1 motoru entegrasyon çalışmasında yer almış, Apollo-Soyuz test projesinde çalışmış değerli bir bilim insanı. Ayrıca Türkiye’de bir uzay kampı kurulması yönündeki düşüncelerin temelini atmış ve hayatının sonuna kadar Uzay Kampı Türkiye’nin en büyük destekçilerinden olmuş.

Yeri gelmişken Uzay Kampı’na katılabilmek için 16 yaş üst sınırı var. Olmasaydı ben çoktan katılmıştım. Varsa bu konulara ilgi duyan muhakkak katılsın. Müthiş bir deneyim, güzel bir anı olur.

Evet, NASA diyorduk, Artemis programı diyorduk.

ARTEMİS PROGRAMI 2024

Artemis Programı ile NASA aya yeniden insanlı bir görev gücü göndermeyi planlıyor. Aya inecek ekipte bir de kadın astronot olacak. Böylece aya kadın ayağı değecek. Planlanan tarih 2024. Ay 50 yıldır insansız kalmıştı. Böylece bu hasret de bitecek. Aşağıda NASA’nın internet sitesinden Artemis programının aydaki olası çalışma ortamına ilişkin temsili bir görsel var.

Bu program ile ticari kurumların ve uluslararası ortakların da ayın keşfi ve araştırılmasına dâhil olması sağlanacak. Böylece “sürdürülebilir bir ay ekonomisi” oluşturulacakmış. 2024 çok yakın bir tarih. Şu anda NASA bu konuda yoğun çalışma içinde. Mesela bu yıl, daha önce yapılan inişlerin etkilerini incelemek için aya mini kameralar yollanacak.

Öyle sanıyorum ki aya insanlı görevden beklenti, Mars seyahatine hazırlık, uzay madenciliği veya kim bilir belki de “Uzay 1999” adlı dizideki gibi ayı dünyanın çöplüğü olarak kullanmak için ön araştırma.

Her ne sebeple olursa olsun, ayda su bulundu ve bu, aya yerleşmek, orada bir üs kurmak gibi planların önündeki en önemli engellerden birinin “çözümlenebilir” olma olasılığını güçlendirdi.

Fakat başka sorunlar da var: atmosferin inceliği, uzay radyasyonu, meteor yağmurlarının yıkıcı etkisi vs. Aslına bakarsanız, uzay yolculuğu, hele ki insanlı yolculuklar çok zor, çok masraflı ve korkutucu. Ama insanlık bitmeyen merakı ve dinmeyen iştahı ile en zor en korkutucu işlere bile niyetlenen bir canlı.

Bu yazıda uzay çalışmaları nedeniyle kullanılan, kötüye kullanılan, öldürülen, öleceği bile bile uzaya gönderilen hayvanlardan, mesela Laika’dan ve NASA’nın daha geçenlerde hayatlarına son verdiği maymunlardan da bahsedecektim. Ama yazım hayli uzadı.

İnternet üzerinden yazı okuma süresi giderek kısalıyormuş. Şansımı fazla zorlamadan sonuç kısmına geçeyim diyorum. Beni tanıyanlar bilir, çok önemsediğim bir konudur hayvan hakları. Geniş geniş yazabileceğim başka bir sefere kalsın.

AY’A SONUÇ GEREKİR Mİ? AY BİZİM VARDIĞIMIZ SONUÇLARLA İLGİLENİR Mİ?

Can Yücel “Ay Işığı Sonatı” adlı şiirinde diyor ki:

Alnımda bir ağustos böceği
Yapraktan bedenim
Ağaçtan bademim
Bu zincirden boşanmış poyrazda
Uçuyoruz dolunaya doğru
Yel yepelek yelken kürek
Uçuyoruz ağaçlar evler duvarlar
(…)

Keşke aya doğru böyle gidebilsek. Ama biz roketlerle, alev alev yakıtlarla ve kim bilir açık/gizli nasıl planlarla gidiyoruz. Tabii ki gidilecek.

Arkaik çağlarda bilinmeze duyulan korku giderek yerini o korkulan bilinmezi bilme çabasına bırakmış. Bilince o korkulanı alt etmiş oluyoruz. Aya gittik. Ayı biliyoruz. Yine gideceğiz.

Rus-Sovyet uzay çalışmalarının babası kabul edilen Tsiolkoviskiy demiş ki “Dünya bizim beşiğimiz, ama insan sonsuza dek beşiğinde kalamaz ki…” ah bir de o beşiği kırıp döküp bozmaya uğraşmasaydık.

‘Dünyanın En Güzel Öyküsü’ adlı çok sevdiğim kitapta astrofizikçi Hubert Reeves diyor ki: “Gezegenimizin 4,5 milyar yıllık ömrünü bir güne indirger ve gezegenin saat 00.00’da doğduğunu varsayarsak, canlılık sabahın 05’ine doğru ortaya çıkacak ve bütün gün gelişimini sürdürecektir. Bu ölçekte ilk yumuşakçalar, ancak saat 20’ye doğru belirir. Sonra dinozorlar saat 23’te meydana çıkıp 23.40’da kaybolarak, alanı memelilerin hızlı gelişimi için serbest bırakırlar. Bizim atalarımız ise saat 24’ten önceki son 5 dakikada sahneye girerler; beyin hacimlerinin iki misline çıkması da en son dakikada gerçekleşir. Sanayi devrimi ise ancak yüzde bir saniye önce başlamıştır!”

Yani, dünyayı bozmamız, bütün savaşlarımız, iklim krizi yaratmamız, yüzümüzü uzaya çevirmemiz, ayı keşfedip bir süre oynayıp ondan sıkılmamız, sonra yine gözümüzü aya ve daha uzak gezegenlere dikmemiz hep yüzde bir saniyenin içinde.

Ay ise milyonlarca yıldır durduğu yerden bize bakıyor. İnsanın iyisine kötüsüne, yapanına bozanına sadece bakıyor.

Kendi aklımız, kendi gücümüzle, bir arada ve gezegenimizle uyum içinde yaşamayı başarabilirsek, geleceğimiz bu yüzde bir sanayiden daha uzun ve müreffeh olacaktır.

Ay şahit olsun ki doğru söylüyorum.


Kaynakça

  • Hubert Reeves, Joel de Rosnay, Yves Coppens, Dominique Simonnet “Dünyanın En Güzel Öyküsü” , 1996
  • Umar Ö. Oflaz “İslamiyet Öncesi Türk İnancı ve Evrensel Bağları”, 2009
  • Özhan Öztürk “Dünya Mitolojisi”, 2016

Web siteleri:

  • nasa.org
  • wikipedia.com
  • bilimkurgukulubu.com (Saadettin Topuzoğlu)
  • bilimkurgukulubu.com
  • sf-encylopedia.com
  • arkeorehberim.com
  • raftiye.com