Atatürkçüler ve ‘Kürt Meselesi’

Çok önemli bir niceliğe sahip olmakla birlikte Atatürkçülerin bir politik iradesi, öncüsü yok. Bu nedenle de ideolojik ve siyasi düzeyde sadece eski ezberleri var; günü anlamaları, yeni şeyler söylemeleri, yeni şeyler önermeleri gerekirken… Eleştirdikleri kitleden daha muhafazakar ve çok daha katılar. Yaşamın dışında kalıyorlar. ‘Maddeyi anlamaya’ çalışmıyorlar. Bilimin yol göstericiliğinden ise çok uzaktalar.

 

HALDUN ÇUBUKÇU

Her şeyden önce, tipik inkâr tutumuyla “Kürt” diye bir meselelerinin olmadığını, olan bitenin “ terör” sorunu olduğunu, Kürt kardeşlerimizin huzur verilse bizimle birlikte ve aynı bizim gibi yaşayacağına inanmış bir büyük kitleden bahsediyoruz.
Ama bir partiden, bir örgütten, bir siyasetten, tanımlanabilecek bir demokratik etki gücünden bahsedemiyoruz.
Çünkü Atatürkçülerin partisi, nicelik ve nitelik olarak ciddiye alınabilecek bir örgütü yoktur.
Büyük bir nicelik olarak kendileri vardır.

CHP her ne kadar Atatürkçülerin bulunduğu ve oy verdiği örgüt olsa da,  özellikle 1980 sonrası yapılanması Kemalizm dışı ve Kemalizmi aşındıran, yerine sosyal – demokrasiyi ikame eden bir yapıyı simgeler.
Devrimci değildir, Laik hiç değildir, Devletçi asla değildir, Milliyetçi olup olmadığı duruma göre değişir, Halkçılık’ı yılış yılış bir popülizme dönüşmüştür, Cumhuriyetçilik  ise “Taçlandırma”ya övgü içinde olmayı kıymetli bir tespit yaptığını sanan zihniyetin genel başkan düzeyinde temsil edildiği yapıda ne anlam taşıyorsa o kadar anlam taşımaktadır.
Dolayısıyla CHP Atatürkçülerin bulunduğu parti olsa da, Atatürkçü değildir.

Geriye kalan tek örgüt ADD ise… nicelik ve nitelik olarak gittikçe daha çok yok hükmündedir.
Bu durumda Atatürkçülerden söz etmek, adı konmamış bir duygu ve kader ortaklığı içinde, sorunların çözümünü bir zamanlar orduya; düşünce iklimini Cumhuriyet gazetesine; iktidar meselesini de ne kadar söylenseler de CHP’ye havale etmiş bir yurttaşlar topluluğundan söz etmek oluyor.

Ama “kurucu değerler”e sahip çıkan, yurttaş olmayı başarmış; ümmetten millete geçmiş genelde kentli; burjuva yaşam tarzı ağır basan, çoğunlukla eğitimli ve üretici modernist nicelik…
Bu nicelik Cumhuriyet gazetesi işlevsizleştirildiğinden, tv bütün yaşam alanlarını teslim aldığından beri anti- emperyalist olmak bir yana neredeyse ABD’nin hegemonik düşünce taşıyıcısı Sözcü’den beslenir olmuştur.
Yani, fikri oluşumlarını İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Uğur Mumcu, Turhan Selçuk, Ali Sirmen, Melih Cevdet Anday, Hıfzı Veldet, Vedat Günyol, Attila İlhan’ın temsil ettiği akımın yerine artık Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Yılmaz Özdil’in sağladığı bir niteliğe göçürülmüş kitle.
Üstelik ideoloji oluşturmada ise ne 30’ların komünist birikimli Şevket Süreya, Vedat Nedim’li Kadro’su, ne 60’ların Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal’lı Yön – Devrim’i söz konusudur. Görkemli hocaların oluşturduğu Kemalist bir akademi de kalmamıştır artık.
Entellektüel düzey de bağlı olarak, maalesef berbattır.  Başta Atatürkçülük, tarih ve İslamiyet olmak üzere hemen her konuda kulaktan dolma “bilgilerle”, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma”nın acıklı örnekleri alan egemenidir. Nitelikli okumanın düşük olduğu kesimlerden ikincisi, belki de ilkidir.
Az ama çok nitelikli kimi çaba ise kitlesine ulaşamamaktadır.  Örneğin Özdemir İnce, Barış Doster gibi değerlere ve en az liberaller kadar fikri akışkanlık içerisinde olmayı hedeflemiş genç bir küme akademisyenin karşılığını pek göremeyen katkılarına işaret etmek gerekir.
Dolayısıyla kapsamlı, derinlikli düşüncelerden, programlaştırılmış siyasi yönelimlerden, temel tezlerin güncellemelerinden filan bahsedemeyiz. Pek çok konudaki bu donanımsızlık ve hatta yer yer genel nitelik halini alan kaba cehalet “Kürt meselesi”nde de kendisini Atatürkçü kamu oyu fikri olarak ortaya koymaktadır.

KÜRT MESELESİNDE KİM NE DİYOR YA DA DİYEMİYOR?

Atatürkçüler böyleyken,  ülkenin öne çıkan politik iradelerinin Kürt Meselesi’ndeki yaklaşımları ve siyasetleri nelerdir?
Bunları kısaca ve vulgerize ederek belirleyerek de olsa işlemeden Atatürkçülerin yaklaşımına işaret etmek boşlukta kalacak çünkü.

AKP: Kürt meselesi vardır, Kürtler vardır, Kürtlerin sorunlarına sebep laik, materyalist, Kemalist sistemdir. PKK da o sistemin bir başka türevidir. Aşırı solcudur.  Çözüm: İslam kardeşliği, ümmet birliği. ( Daha genel olarak BOP ) Bu sağlanana kadar alabildiğine pragmatisttir. PKK ile uzlaşmaya da gidebilir, imha politikası da izleyebilir. Erdoğan’ın çıkarları neyi gerektiriyorsa öyle davranır.
CHP: Yeni Kürt programı, Avrupa Birliği ve Soros kuruluşu vakıfların dile pek getirilmeyen kem küm edilen yerel özerklik ağırlıklı ve federasyon olmasa da federatif söylemli bir çözüm.
HDP: tamamen AB ve ABD’ye endeksli politikalar; silahların belirleyiciliğine karşın inisiyatif belirleme arayışlarında bir alan mücadelesi; ayrılık ya da federasyon. En ılımlı kesimlerinde ise yerel yönetim özerkliği esaslı talepler
MHP: Atatürkçülere benzer şekilde bir Kürt sorunu tanımı. “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardı” saçmalığı. Hatta fırsat buldukça Kürt milliyetinin inkarı. Çözüm sadece ve sadece askeri çözüm.
TSK: Askeri alanda başarı diğer alanlardaki politikalar olmadan başarılı olunmaz.  İktisadi önermeleri aşmayan bir sınırlılık.( Sahadaki askeri komutanın çözüm önerileri daima sulandırılır ve içeriksizleştirilir. )
Bu çok kaba indirgemeci nitelik taşıyan belirginleştirmeler içinde Atatürkçü kesiminin MHP’ye yaklaşan ve yer yer örtüşen söylemlerinden başka Kürt Meselesi’nde dediği, diyeceği hiçbir şey yoktur.
“HDPKK” dediği zaman çok şeyi anlatmış olduğu kanısındadır.
Emperyalizme vurgu yapar ve ama aynı vurguyu emperyalizmle çeliştiği an AKP iktidarına yapmayı istekle ihmal eder; tam tersine Avrupa’dan, doğrudan ABD’yi telaffuz edemese de Demokratlara özel olarak da “Tayyip’e sert çıkacak” Biden’e geniş sempati duyar.
Kısacası ne “meseleyi” anlamak ister ne de geçerli bir çözüm, hatta çözümsü bir şey önerir. Çözümü yok hükmündedir.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ MÜ?

Çünkü Atatürkçüler’in tıpkı devlet gibi, hatta artık Atatürk’e düşman ve Cumhuriyetsizleştirilmiş Türk devleti gibi ve onun kadar geçersiz bir PKK – Kürt sorunu algısı vardır. (Devlet aslında böyle düşünmemektedir ve düşünmese bile böyle ifade etmeyi yeğlemek zorundadır, o da ayrı!)
Kürt Sorununa Atatürk’ten nefret eden devletin ve Atatürkçülerin ortak bakışı şu şekildedir:
PKK – Kürt hareketi , Türkiye’yi bölmek isteyen emperyalist güçlerin maşası bir terör örgütü ve eylemidir. Kürt halkı bu terör örgütünün elinden kurtarıldığında, demesi beklenen “Ay canım kardeşlerimiz, yine kavuştuk, biz aslında Türküz, hepimiz aynı kandan Türk milletiyiz”i demese de buna yakın bir çerçevede Kürtlüğü makul görülebilecek bir parçamızdır. Kürt kardeşlerimizin ayrılma niyeti yoktur ve olabilemez. HDPKK kapatılmalıdır. Kürtçe yayın olmasa daha iyi olur. Kürtçe ilkel bir kabile dilidir. Üç kabile bir dil konuşamaz. Dolayısıyla Kürtçe eğitim yapılamaz. Vs. vs…

Oysa adı konulmamış Türkiye gerçeğinde, Atatürk’ten beri ( Osmanlı’da zaten Kürdistan bölgesi ve Meclisi Mebusan’da Kürdistan mebusları mevcuttu) TBMM’de Kürt mebusları örgütsel aidiyetleriyle bulunmuştu.
Çok partili yaşamda ise Kürdistan Demokrat Partisi’(KDP)nin feodal ana gücü; şeyhler, ağalar DP–AP–ANAP yapılarında temsil edilirken KDP’nin görece daha küçük ama modernist çzigisi CHP’de temsil edilmiştir. Talabani’nin KYB’si KDP’ye kıyasla sönük olmakla birlikte aynı şekilde değerlendirilebilir.

Bugün ise modernistler, ağalıktan toprak beyliğine geçenler, Kürt milli burjuvazisi, laik, sosyal –demokrat ve yer yer, gittikçe tasfiye edilmekle birlikte sosyalist Kürtler PKK – HDP içinde yer alırken, dinci, feodal mütegallibe kesim asıl olarak AKP içinde yer almaktadır.
Bu tabloda özel olarak duyarlılık yaratacak, feryatlara, tepkilere, hatta ihbarlara neden olacak tespit PKK’nın niteliği üzerine olandır.
Hayır. PKK Terör örgütü değildir!

Çünkü hiçbir terör örgütü, TSK gibi dünyanın en güçlü 10 ordusundan birine ve polis özel harpçilerine, binlerce kişilik korucu kuvvetlerine ve MİT’e; sahip oldukları karşılaştırılamaz teknoloji, araç ve lojistik üstünlüğüne karşı 40 yılı aşan bir süredir etkili şekilde karşı koyamaz.
Yok, eğer öyleyse, devlet kendini kolay yoldan fesh etsin daha anlamlı olur!

PKK terörü de yöntem olarak kullanan, ideolojik olarak son derece pragmatist, uyuşturucudan gelir elde etmeyi de makulleştiren, vergi sistemi oluşturabilmiş, büyük çapta kitle tabanı olan ayrılıkçı, emperyalist amaçlara da hizmet edebilen ( sadece emperyalizme hizmet etme örgütü olarak görülemez, emperyalizm PKK’nın amaçlarına hizmet ettiği sürece o da emperyalizme hizmet etmekte beis görmeyen ) Kürt milliyetçisi bir örgüttür.

Hiçbir silahlı güç düzenli ordu karşısında, hele de TSK gibi bir ordu karşısında gerilla savaşıyla zafer kazanamaz.
Gerilla askeri zafer kazanmak için değil “düşmanı” zayıflatmak, düzenli orduyu kurmanın ön koşulu olarak yaratılır; ama bundan daha da önemlisi gerilla SİLAHLI PROPAGANDA amacına hizmet eder. Bu amaç yeterli görüldüğünde gerillanın sönümlenmesi zamanı gelir, yerini politik güce bırakması beklenir. ( Kanımca Türkiye’de tam da böyle olmaktadır ve hatta örgüt gerilla kadrolarından kurtulmayı önemli ölçüde devlete havale etmiş görünmektedir. Bir taşla iki kuş!)

PKK kendini başlarda “sosyalist” olarak tanımlayarak 12 Eylül zulmüne uğramış Türk solunun sempatisi ve desteğini kazanmış olsa da, son olarak Duran Kalkan’ın Apo’ya atıfla ideolojik hattını “sosyal demokratımsıtrak, çevreci, feminist, ekolojist, hümanist” vurgularla belirlediği, kapitalizme övgü muhtevalı  bir harekete evrilme yolundadır.

Zaten bunun için PKK’yı en başından beri Dünya Komünist Hareketi; ne Sovyetler Birliği Komünist Partisi, ne de Çin Komünist Partisi ve diğerleri ciddiye almış, İşçi- Komünist-Sosyalist parti kapsamında değerlendirmişlerdir. Bugün de az sayıdaki hiçbir sosyalist ülke (Çin, Kuzey Kore, Küba, Vietnam, Venezuela) PKK’yı tanımaz ve sol değer atfetmez.
Tam tersine PKK’yı el altından ya da açıkça destekleyen, büyüten ABD – NATO ülkeleri yani emperyalist – kapitalist blok; Türkiye devletinin müttefikleridir.

KÜRT İRADELERİNİ KAZANMADAN TÜRKİYE’DE KAZANILACAK DAVA YOKTUR
Atatürkçüler PKK’yı tahlil edemedikleri için Kürt meselesini de tanımlayamamakta ya da Kürt Meselesi’ni tahlil edemedikleri için PKK’yı da tanımlayamamaktadırlar.
Atatürkçüler içine düşürüldükleri cahillikte süreçleri de çözümleyememektedir. Örneğin 1950’den beri seçimleri niye kazanamadıklarını? Kazandıklarında ise neden kazandıklarını… Seçimlerde Kürt oylarının önemi ve etkisi üzerine kapsamlı bir algıları ve yahut tahlilleri bulunduğu da söylenemez.
Örneğin HDP ( ve öncüller) kurulduktan sonra CHP’nin neden yüzde 25’i aşamadığını pek düşünmezler.
80 öncesi Ecevit’in ‘efsane’ zamanlarında Diyarbakır, Mardin başta olmak üzere Kürt oylarının yığın yığın CHP’ye geldiğini unutmuşlardır.
Özal’ın askeri harekata tam gaz verirken, sivil Kürtleri başta İstanbul olmak üzere, Ege ve Akdeniz’e yığarak asimile etme politikasını filan ne anlayabilmişlerdir ne farklı bir seçenek geliştirebilmişlerdir.
Sadece artık iyice ırkçılaşan telakkilerle, Kürt emekçisini bile aşağılamaya, sınır çizmeye başlamışlardır.
Klasik ve uyduruk, uyduruk olduğu halde önemli doğrular da içeren lise sosyoloji kitaplarının “millet” tanımındaki “kaderde, kıvançta, tasada” bir duygu halindeki önermenin Türk ve Kürt ayrımında karşılıksız kaldığı, geçersizleştiğini görmemektedirler.
Bu memlekette kazanılacak bir dava varsa, Kürtlerin üzerinden atlayarak kazanmanın mümkün olmadığını anlamamışlardır.

HDP TÜRKİYE PARTİSİ DEĞİL DE “ATATÜRKÇÜLER” TÜRKİYE GÜCÜ MÜ?
Türkiye emperyalizmin, sosyal – demokrasinin, liberalizmin dayattığı Kürt meselesi çözümünde oyalanamaz. Çünkü ortada bir çözüm yok. Hatta Kürtler için bile çözüm yok orada.

Kürtleri ve haklarını inkâr temelinde bir çözüm ise hiç yok. Askeri alanda zafer kazanmak; Kürt halkını ve taleplerini yok etmek mümkün olmuyor.
Dinci çözüm, Muhammed ümmeti önermek ise, zaten karikatür bir çözüm önerisi…
İşte bu evrede Atatürkçülerin bambaşka bir çözüm önerisiyle, iki milliyetten halkımızın gönüllü birliğine dayanan bir ulus devlet modelinde çözüm önermeleri , araştırmaları, bugünün ve geleceğin dünyasında bambaşka bir proje sunmaları ya da en azından tartışmaları olanaksız mıdır?
Ama elbette siyasi çözüm sonuçta siyasi bir yapılanmayı elzem kılar. Böyle bir yapı yoksa kim neyi, nasıl tartışacak?
Her şeyden önce öyle bir olanağı araştıracak, tartışacak öncüsü var mıdır Atatürkçülerin?

Mesela HDP’yi basma kalıp ama doğruluğu büyük orandaki yargıların dışında, “farklılaşan” yönleriyle değerlendirebilecek, farkı büyütmeyi kapsayacak siyasetler izleyerek belki de aynı kumaştan olmalarının sunmuş olduğu ama gözardı edilmiş ( laiklik, kadının önemi, Latin alfabesi gibi temellerdeki milli burjuva karakteri) olanakların, birlik çözümlerinde de kolaylaştırıcılık sağlayacağının kabul edilmesi neden bunca zor olsun ki?
Kendi duygu ve düşüncelerini karşıdaki halka ikame etmek yerine o kitlenin duygularını ve taleplerini anlamaya çalışma ( bir kısmı yanlış ve kabul edilemez de olsa ) daha içtenlikli bir arayışa ve ortak vatan anlayışına taşımak için çok mu değersiz bir zemin olacaktır?

Evet HDP Türkiye partisi olamadı. Olacak gibi de görünmüyor, bu tür bir zekâya, niteliğe, iradeye sahip değil.
Ama, en başta MHP de Türkiye partisi değil. Kürtlerden oy değil günahlarını bile alamıyor. Türkeş’in Diyarbakır’da kovalanmasından bu yana polise ve birkaç uyuşturucu baronu feodale dayanmanın ötesinde bölgede bir temeli yok.
Bu anlamda CHP de Türkiye partisi değil. O da çok daha özel bir değerlendirmenin konusu olan ve Kürt bölgesi bile sayılamayacak küçücük Tunceli / Dersim dışta tutulursa bölgeden  oy alamıyor.
CHP bunu aşmak için HDP ile ittifaka ve hiçbir yararını göremeyeceği Avrupa patentli  ılımlı Kürtçülük’e yöneliyor…. ( Ama sonuçta bir politika oluşturuyor)
ANAP-AKP ise her zaman bölgeden oy aldı. Batıya göçen ya da göçtürülen Kürtlerden dini etkimeyle daha çok oy aldılar…

Atatürkçüler ise hep ortada kaldı…
Biraz da çaresizlikle kaldılar.
“HDPKK” demeyi anlamlı bir şey sanan, “HDP kapatılsın” talebinden başka politika üretmeyen bir zihin dünyasındaki çaresizlikle…