Ardahan eski Dev-Yol lideri Yücel Çiftçi’ye açık mektup… kim daha komünist; Mustafa Kemal mi, biz mi?

Geçmişin sosyalist örgüt liderleri snobluk yapmayıp Mustafa Kemal’in getirdiği komünizme sahip çıksalardı eğer, inan ki bugün ne Deniz için, ne Mahir için, ne Ulaş için, ne Cevahir için, ne Kaypakkaya için ve daha nice devrim ve vatan evladı için ağıt yakmıyor olacaktık. Tersine her biri ülke yönetimin en tepelerinde, kimi cumhurbaşkanı, kimi başbakan, kimi bakan, kimi milletvekili, kimi asker, kimi vali, kaymakam, belediye başkanı, muhtar, yargıç, öğretmen vb. olarak görev alacak, Türk komünizmini yukarılara taşıyacak, ülkemizi mazlum milletlerin kalesi, sığınağı yapacaklardı.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Sevgili Amcamoğlu;

05 Şubat 2022 tarihli Samsun’daki Onur Anıtına/Mustafa Kemal heykeline yapılan çirkin saldırıyı konu edinen “Bir Devrim Liderine Kimler Neden Saldırır?” başlıklı değerli ve duyarlı paylaşımında -beni üzen- şu ifadelere yer verdin:

“Solcular … Mustafa Kemal’i anti emperyalist, burjuva devrimini gerçekleştiren, KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİSİ olarak kabul ederler.”

Bu temelsiz çıkarıma katılıp katılmadığını bilmiyorum.

Ömrünü sosyalizme adamış pek çok devrimci ve naçizane ben, ilk gençlik yıllarımızdan beri oldum olası bunu hep böyle belledik. Çünkü komünist örgüt önderleri söz birliği etmişçesine sola duyarlı insanların kulağına bu temelsiz tasarımı fısıldadılar. Bizler de neredeyse kırk yıldır onlara güvendik, kuşku duymadan, sorgulamaksızın buna inandık.

Biliyorsun, tanıksın, yaklaşık son 10 yıldır ben -deyim yerindeyse- sürüden ayrıldım. Çünkü yaşın yetmişe dayandığı şu günlerde hemen hiçbir taşın yerine oturmadığı fikri egemen oldu bende. Bu nedenle geçmişte doğruluğundan kuşku duymadan edindiğim hemen her birikimi, iğneden ipliğe her fikri, kısaca her şeyi sorgular oldum. Özellikle yüz elli yılı aşkın bir süredir mücadele verip bir türlü iktidara alternatif olamamış Türk solunun durumu beni bu yola itti. O gün bugündür Marksist metinleri sil baştan okuyorum. Marks, Asya ve Doğu’da, yani bizim gibi ülkelerde kapitalizm aşamasını yaşamadan tarım komününü, yani köylülüğü geliştirerek komünizme geçmenin olanaklı olduğunu söylüyor. (s 271) Hep beraber yaşadık, sen de biliyorsun, köylerimizde başta su ve mera olmak üzere pek çok alanda “komün yaşam” zaten var. Tek yapmamız gereken şey, Marks’ın öğütlerine kulak vermek, hepsi bu!

Hakimiyeti Milliye’de komünizm ve Mustafa Kemal

Bu yöneliş beni yakın tarihimize bakmaya da götürdü. Marks’ın yukarıda sözünü ettiğim Asya tahlillerini yeniden gözden geçirirken beynimde Mustafa Kemal’in “küçük burjuva” değil, ülkemizin yetiştirdiği en düzgün “komünist” olabileceği fikri filizlenmeye başladı. Son günlerde Yıldırım Koç’un değerli paylaşımlarını görene dek de bunu dillendirmeye cesaret edemedim. Şu an Hakimiyeti Milliye metinlerini hem Hadiye Bolluk’un Latin harflerine çevirerek derlediği yayınından hem de internet ortamında Ankara Üniversitesi tarafından paylaşılmış (https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/67470) Osmanlıca orijinallerinden okumaktayım. İnanmanı isterim, bu metinlerden tanımaya başladığım Mustafa Kemal’le bize anlatılan Mustafa Kemal arasında neredeyse hiç benzerlik yok. Bize küçük burjuva diye tanıtmışlardı, oysa burada karşılaştığım Mustafa Kemal, sözcüğün tam anlamıyla tam bir komünist.

Samsun’da yapılan gerici saldırının ertesi günü halk, Mustafa Kemal çevresinde demokrasi nöbeti tutmaya başlamıştı.

 Bu, benim olayların akışına bakarak vardığım tahmini bir sonuç mu?

Kesinlikle hayır! Mustafa Kemal, “komünist” olduğunu bizzat kendisi söylüyor.

İşte Hakimiyeti Milliye’den rastgele alıntıladığım birkaç örnek:

(Bunlardan bazılarını bizzat Mustafa Kemal’in kaleme aldığını ya da yazılanları elden geçirip yayımlansın onayı verdiğini unutmadan okumanı rica ediyorum. Ana kaynağa ulaşmakta zorluk çekmeyesin diye alıntıları Eski Türkçe orijinalleri yerine, onları özenle Latin harflerine çevirmiş olan H. Bolluk’un pek değerli çalışmasından yapacağım.)

09 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Her şeyden evvel ve her türlü yanlış anlamaya mâni olmak için şunu haber verelim ki, Hâkimiyeti Milliye bu cereyanlar arasında en ileri gideninin önünde bulunmayı yahut daha açık bir ifade ile dünyanın sade manzarasını değil, hatta temellerini de değiştirmeye doğru giden komünizm hareketinde icap ederse azami programın dahi savunucusu olmayı bugün değil, çoktan beri mesleğine kaydetmiş bulunuyor. Hâkimiyeti Milliye Tanzimatçı ruhlu taklit bir komünizmin değil, Türk ve Anadolu toplumsal bünyesinin istediği hakiki ve verimli bir komünizmin savunuculuğunu yapmayı, Türkiye’yi hakiki bir selamete çıkarmak işinin esası ve temeli sayar.” (“Cereyanlar”, Bolluk, s. 84)

12 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Anadolu bugün komünizm gayeleri uğrunda büyük bir mücadele yapıyor ve kati adımlarla bu yeni cihanın kapısına doğru süratle yürüyor.”  (“İki Komünizm”, Bolluk, s. 89)

09 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Madem ki bu gayeyi temin edecek vasıtaların en iyisinin komünizm olduğu muhakkaktır, Hakimiyeti Milliye tabii ki onun en hararetli savunucusudur.” (“Cereyanlar”, Bolluk, s. 86)

Bunları söyleyen adam mı küçük burjuva, yaptığı devrim mi küçük burjuva devrimi, kurduğu devlet mi küçük burjuva devleti?

Bolşevikler Mustafa Kemal’i nasıl görüyor?

Denebilir ki dönemin Bolşevik önderleri Mustafa Kemal’i “küçük burjuva” olarak tanımlamışlar, bizimkiler de onlara uymuş. Bu doğru olabilir mi? Yıldırım Koç’un facebook sayfasındaki metninden olduğu gibi aktaracağım şu bilgiye bakarak yanıtı sen ver lütfen:

“Mustafa Kemal Paşa’nın Sovyet Rusya temsilcileri M. Frunze ve İ. Abilov ile, … 25 Aralık 1921 günü yaptığı görüşme, Türkiye’deki devrimin karakterinin belirlenmesi, Mustafa Kemal’in tavrı ve Sovyet Rusya’nın o tarihteki yaklaşımı açısından çok önemlidir.

“Görüşmede M. Frunze şunları söyledi:

“(…) Şimdiki durumda Doğu’daki milli kurtuluşçu-demokratik hareket, ekonomik politikası açısından devlet sosyalizmi yönünde yürüyecektir. Burada hareket aşağıdan yukarı doğru değil de, tersine yukarıdan aşağı doğru olacaktır. Size ve iktidarda bulunan şahsiyetlere bakarak hemen hemen hepsinin yoksullar sınıfından çıktığı kanaatine varıyorum. Hâkimiyetten söz ederken, sizi -Paşa’yı- göz önüne alıyorum ve sizin hiçbir mal ve mülkünüzün olmadığını ve kendi hizmetiniz ve emeğinizle geçindiğinizi biliyorum. Buradan, komünist ihtilal olsa bile sizin hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz sonucu çıkmaktadır. Eğer siz kendi politikanızı tam demokratikleşme ve devlet sosyalizmi istikametinde yönlendirirseniz, Batı’da komünist devrimden sonra hiçbir zorluk çekmeden ve kan dökmeden komünist ihtilale dahil olabilirsiniz.”

“Frunze’nin, çok büyük olasılıkla Lenin’den aldığı talimatla, Türkiye için öngördüğü gelişim çizgisi Kemalist önderliği “burjuva” olarak değerlendirmiyor ve Mustafa Kemal Paşa’nın kafasındaki “devlet sosyalizmi” modeliyle çelişmiyordu. (ATABE, Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s. 179-181)”

1920’de yayın hayatına başlayan Hakimiyeti Milliye gazetesinin ilk sayfası ve gazetedeki baş yazıların çoğunu kaleme alan Mustafa Kemal.

Bu sözlerin Bolşevik Partisi’nin ve SSCB’nin resmi görüşü olduğu açık. Böylesi bir gerçeklik ortadayken her fırsatta Bolşevik devrim taraftarı olduğunu söyleyen hem eskinin ülkemiz “komünist” liderleri hem de günümüz bayrağı devralmış unsurları Mustafa Kemal’i neden hala “küçük burjuva” olarak tanımlamakta ısrarla ediyorlar, düşünüyorum ben bir anlam veremiyorum, sen verebiliyor musun?

Mustafa Kemal Marksist mi, Bolşevik mi?  

Bu aşamada şunu da sorayım hemen, “komünist” Mustafa Kemal Marksist midir ya da uygulamacı yönüyle Bolşevik midir? Bundan emin olabilirsin, her ikisi de değildir. Mustafa Kemal, sözcüğün tam anlamıyla “bu toprağın komünisti”dir.

Peki neden Marksçı ve Bolşevik değildir?

Çünkü Mustafa Kemal, Marks’ın Türkiye değerlendirmesini eksik ve hatalı bulmaktadır. Hatta Bolşevik devriminin yapılış şeklini -açıktan söylemese de- onaylamamaktadır. Buna karşın her fırsatta Marks’ın insanlık için önemine vurgu yapmakta, komünizmi ulusların kurtuluşu açısından gerekli görmektedir. Mustafa Kemal’e göre birinin hazırladığı reçeteyi her ülkeye olduğu gibi uygulamak yanlıştır. Her hastaya ayrı tanı konmalı, ayrı tedavi uygulanmalı, her ülke de kendi gerçeklerini tespit edip kendi özgün, bağımsız, kimseninkine benzemeyen komünist programını oluşturmalıdır. “Her ilaç her bünyede aynı tesiri yapmaz veyahut her ilaç her bünyeye aynı tarzda ve aynı miktarda verilmek suretiyle kullanılmaz.” (Bolluk s. 86) ilkesine bağlı olduğu için Marks’ın ya da Lenin’in reçetesini gözü kapalı uygulamanın hiçbir üçüncü ülkeye yarar sağlamayacağı inancındadır.

Bu nedenle Bolşevik devrimini selamlar ama kopya etmekten de uzak durur.

İşte Hakimiyeti Milliye’den konuya ışık tutacak birkaç örnek.

16 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Rusya’da kanlı bir inkılap, Bolşevizm namını taşıyan koskoca bir komünizm inkılabı oldu. Türkiye de aynı yola paralel olarak aynı istikamete doğru gidiyor. … Rusya’daki Bolşevizmin kolladığı inkılap usullerini burada tatbik etmek istemek kadar inkılapçılıktan haberdar olmayış tasavvur edilemez.” (“Rus Bolşevizmi Türk Komünizmi”, Bolluk, s. 92-94)

12 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Anadolu’da Rusya’daki tarzda haşin ve kanlı bir proletarya diktatörlüğü tesisine lüzum kalmaksızın komünizm meydana çıkacak ve belki de imha için sarf olunan kuvvetler ihyaya tahsis edileceği için, Anadolu komünizmi daha feyyaz daha bereketli neticelere doğru gidecektir.” (“İki Komünizm”, Bolluk, s. 91)

Böyle tavır almasını da şöyle gerekçelendirmektedir:

24 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Türkiye’deki sosyal şartlar, Avrupa’dakinden pek çok farklıdır. (Bunun benzerini Asya toplumları için Rusya özelinde Vera Zasuliç’e yazdığı cevabi mektup taslaklarında -ki bir kısmını aşağıda vereceğim- Marks da söylemiştir/kç) Türkiye’de cemiyet hayatı, dahili teşkilatından tamamen farklıdır. Bundan dolayı bu memlekette tatbik edilecek herhangi bir usulün faydalı ve tesirli vazifesini icra edebilmesi, her şeyden evvel bu noksanların tamamlanmasına bağlı olduğuna göre, komünist bir programla işe başlamak isteyenler her şeyden evvel bu tarafı düşüneceklerdir. Öyle zannediyoruz ki, Türkiye hayatında yapılacak inkılabın en hususi bir noktası buradadır.” (“Mesleki Temsil”, Bolluk, s. 97)

Kısaca şunu demektedir Mustafa Kemal:

16 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Bolşevizm inkılabı bütün komünizm hareketleri için bir örnek, bir model değil, pek kıymetli, pek canlı, pek muazzam bir rehberdir. Bu rehberden istifade etmeyi, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar candan arzu edersek, onun usullerini şekil itibariyle aynen taklit etmekten de o derece sakınırız. Her şeyde körü körüne taklitçilik fenadır; bilhassa inkılapçılıkta!” (“Rus Bolşevizmi Türk Komünizmi”, Bolluk, s. 94)

“Aklın yolu bir” yasasına göre Marks ve Mustafa Kemal!

Şimdi biraz da -çok önemsiyorum- Mustafa Kemal ile Marks’ın birbirlerinden habersiz Doğu’da devrim bağlamında aynı sonuca varmış olmalarından söz edeceğim izninle.

Mustafa Kemal, Marks’ın özelde Doğu ve genelde Asya hakkında yanıldığını söylemektedir. Hakimiyeti Milliye yazıları gösteriyor ki Mustafa Kemal, Marksizm’in kuramsal yazını hakkında doyurucu bilgiye sahiptir. Buna karşın Asya ve Doğu ülkeleri hakkında söylediklerinden habersizdir. Oya Marks, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri adlı eserinde, örneğin 1881’de Vera Zasuliç’e cevaben yazdığı mektup taslaklarında Asya ülkelerinin sınıfsal yapısı ve yapılacak devrim yöntemleri hakkında kısa ama oldukça detaylı bilgiler vermiştir. Fakat mutabık olacağı Marks’ın bu metinlerini Mustafa Kemal görememiştir. Çünkü dönemin Marksistleri, Marks’ın Kapital’in yazımı için kaleme aldığı özel notlarına dahil olan bu metinleri Mustafa Kemal’in ölümünden 1 yıl sonra, yani 1939 yılında yayımlamışlardır.

Frunze’nin de içinde yer aldığı Taksim Anıtı, Mihail Frunze ve Mustafa Kemal.

Marks ne demişti, Mustafa Kemal ne uyguladı, bunun yanıtını olasılıkla biliyorsundur ama ben gene o bilgileri izninle alt alta vererek anımsatmak istiyorum.

Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri adlı eserinde Marks, genelde Asya, özelde Rusya, dolaylı olarak da Doğu’nun önemli bir parçası olan Türkiye için şunları söylüyor:

“Kapital’de feodal üretimin kapitalist üretim olarak başkalaşımının (dönüşümünün) hareket noktasının üreticinin mülksüzleştirilmesi ve özellikle bu evrimin bütün temelinin tarımsal emekçilerin mülksüzleştirilmesi olduğunu gösterdim. … (Söz konusu gelişmeyi) bu ‘tarihsel yazgıyı’ kesinlikle Batı Avrupa ülkeleri sınırları içinde tuttum.” (s. 277)

Bu nedenle Marks, Asya toplumlarına Batı’dakinden farklı bir devrim yolu öneriyor:                                                                              

“Rusya … tarım komününü yok edeceğine onun hâlâ arkaik (ilk, en eski/kç) biçimini geliştirip değiştirebilir.” (s. 280)

“Kapitalist üretimin çağdaşlığından ötürüdür ki, Rus tarım komünü, kapitalizmin (korkunç) iğrenç serüveninden (yani köylüleri savaş yoluyla mülksüzleştirme yolundan/kç) geçmeden, bu üretimin tüm olumlu yanlarını benimseyebilir.” (s. 264)

“Teorik olarak Rus ‘kırsal komünü’ -temeli olan toprağın ortaklaşa mülkiyetini geliştirerek ve gene özünde taşıdığı özel mülkiyet ilişkisini tasfiye ederek direnebilir; bu komün modern toplumun yöneldiği iktisadi sistemin bir hareket noktası olabilir; kendi kendini yok etmeye kalkmadan deri değiştirebilir; … kapitalist düzenden geçmeden kapitalist üretimin insanlığa sağladığı ürünleri ele geçirebilir.” (s. 271)

Adeta azarlıyor onları; Asya ülkesi Rusya’da proletarya devrimi olacak ısrarında olan Rus komünistlerine de bir çift sözü var Marks’ın:

“Eğer Rusya’daki kapitalist sistem meraklıları (komünistler/kç) böyle bir bağdaşımın (tarım komününden modern komünizme geçiş/kç) olasılığını reddederlerse, gelsinler Rusya’nın makineleri işletebilmek için makineli üretimin kuluçkalık döneminden geçmek zorunda kaldığını (Rus köylüsünü yüzyıllar süren savaşlarla ezip mülksüzleştirme ve Rus proleter sınıfını doğurma olgusunu bana/kç) kanıtlasınlar. Gelsinler geliştirilmesi Batı’ya yüzyıllara mal olmuş olan (bankalar, kredi kurumları, vb. gibi) değişim mekanizmasını, deyiş uygun düşerse, birkaç gün içinde kurmayı nasıl başardıklarını bana açıklasınlar!” (s. 280)

Marks’ın Asya ve Doğu için uyarı ve önerileri uzayıp gidiyor.

Mustafa Kemal Anadolu Komünizmi yolunu seçiyor

Peki merak eder misin, Rusya’da Bolşevik Devrimi olurken Mustafa Kemal nasıl bir tavır takınıyordu? Soruyu başka türlü sorayım: Bolşevikler mi daha bir Marksist çizgideydi, yoksa “küçük burjuva devrimcisi” damgası vurulan Mustafa Kemal mi? Aşağıya Hakimiyeti Milliye’den birkaç örnek aktarıyorum, hangisi Marks’ın arkaik tarım komününden modern komünizme geçme önerisini rehber edinmiş, oku, sen karar ver:

24 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Türkiye’deki sosyal şartlar, Avrupa’dakinden pek çok farklıdır. Türkiye’de cemiyet hayatı, dahili teşkilatından tamamen mahrumdur. Bundan dolayı bu memlekette tatbik edilecek herhangi bir usulün faydalı ve tesirli vazifesini icra edebilmesi, her şeyden evvel bu noksanların tamamlanmasına bağlı olduğuna göre, komünist bir programla işe başlamak isteyenler her şeyden evvel bu tarafı düşüneceklerdir.” (“Mesleki Temsil”, Bolluk, s. 97)

Marksizmin kurucusu Karl Marks, Bolşevik Devrimi’ni gerçekleştirmiş olan Vladimir Lenin ve onlardan farklı bir yol izleyen Anadolu devrimcisi Mustafa Kemal.

16 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Türkiye’de ne yüksek bilimsel ve felsefi fikirler, ne de derin ve yeni güzel hisler yaratılamamıştır. Türkiye’de değil bir ihtilal edebiyatı, hatta milli bir edebiyat bile pek yeni, ancak son birkaç senelerde kendisini göstermiş, henüz doğmaya başlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’de komünizm, milletin ruhundan gelen yakıcı, yıkıcı, kırıcı ve dökücü bir ihtilal ile tahakkuk edecek değildir. Çünkü bu inkılap doğuşu itibariyle bunu hazırlayacak bir ihtiyaçtan gelmiyor.” (“Rus Bolşevizmi Türk Komünizmi”, Bolluk, s. 93)

12 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

“Anadolu’da Rusya’daki tarzda haşin ve kanlı bir proletarya tesisine lüzum kalmaksızın komünizm meydana çıkacak ve belki de imha için sarf olunan kuvvetler ihyaya tahsis edileceği için, Anadolu komünizmi daha feyyaz, daha bereketli neticelere doğru gidecektir.” (“İki Komünizm”, Bolluk, s. 91)

12 Ekim 1920, Hakimiyeti Milliye:

Bu çıkarımını Mustafa Kemal basit dille şöyle gerekçelendirmiştir:

“Bugün görüyoruz ki, Anadolu’nun zengini diye tanınmış birçok insanlar komünizm davasının baş savunucuları arasına geçebilecek bir hararet gösteriyorlar. Niçin? Korktukları için mi? Hayır! … Anadolu’nun zengini de fakiri de bu memleketin asıl felaketine sebep olan zalim kuvvetin, yani Avrupa’dan gelen kapitalizmin esiridir. … Demek oluyor ki bir memlekette kapitalizm zulmü dahilden değil, hariçten gelecek olursa, o memlekette zenginle fakirin aynı zulme karşı birleşmeleri mümkündür.” (“İki Komünizm”, Bolluk, s. 90)

29 Ocak 1921’de Sovyet yetkilisi Efrem Eşba’ya şunu söylüyor Mustafa Kemal:

“Türkiye’de köylüleri toprak ağalarına karşı ayaklandıracak şiddette bir toprak meselesi görülmemektedir. Kürdistan dışında, büyük toprak ağaları gayet az sayıdadır.” (M. Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, s. 301)

Kendimi yalnız hissediyorum; bir ben miyim Karl Marks’ın Asya ve Doğu ile ilgili kuramını -aklın yolu bir deyimine uygun olarak- Bolşeviklerden çok Mustafa Kemal’in hayata geçirdiği sonucuna varan? Neden komünist bir devlet kurduğundan kuşku duyuyoruz?

Anadolu komünizminin Bolşeviklerden fazlası var eksiği yok

Rica ediyorum, Ekim Devrimi’ni yapanların yaşama geçirdiklerinden oluşan aşağıdaki şu listeye bir göz atıp Mustafa Kemal’in yaptıklarıyla karşılaştır lütfen. Bolşevik yöneticilerinin yaptıklarından nesi eksik Ankara yönetiminin yaptıklarının?

“Tüm bankalar, hesapları hazineye aktarılarak kamulaştırıldı. + Tüm fabrikaların denetimi Sovyetlere geçti. + Kiliselerin mal varlıkları (banka hesapları da dahil) hazineye aktarıldı. + Asgari ücrete zam yapıldı ve günlük çalışma süresi 8 saate indirildi. + Çarlık hükûmetinin bütün dış borçları reddedildi. + Ülkenin tüm doğal kaynakları millileştirildi. + Kilisenin devlet üzerindeki otoritesi kaldırılarak laik bir sistem getirildi. + Laik bir eğitim sistemi getirilerek kilise-eğitim ilişkisi yasaklandı. + Din ve inanç özgürlüğü getirildi ve dini propaganda yasaklandı. + Kadınlara seçme-seçilme hakkı verildi. + Medeni kanun kabul edilerek, medeni nikâh ve boşanma hakkı yasallaştı. + Soyluluk unvanları kaldırıldı ve herkes yasalar önünde eşit kabul edildi. + Çalışanlara, çocuklara ve çalışamayacak durumda olan yaşlı ve hastalara sosyal güvence sağlandı. + Eğitim ücretsiz ve mecburi hale getirildi. + Çocuk işçi çalıştırılması yasaklandı.”

Bana sorarsan fazlası var, eksiği yok; işte iki örnek:

Birinci örneğim, 1925’te meclis’in onayladığı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” gereğince tekkelerin ve zaviyelerin elindeki arazi ve taşınmazlara, hem de tazminat ödenmeksizin el konulması, devletleştirilmesi, Evkaf Müdürlüklerine bağlamasıdır. Bununla hem ümmet-cemaat-tarikat-mezhep dörtlüsünün gelir kaynakları kurutuldu, hem de devlet denetimi arttırıldı. Bakanlar Kurulu kararlarıyla, el konulan vakıf arazilerinin tamamına yakını halka dağıtıldı.

İkinci örneğim ise topraksız ve az topraklı köylülere toprak dağıtımı konusudur.

İlk adım 1925 yılında atıldı. Çıkarılan yasayla topraksız köylüye, eldeki devlet arazisi, bedeli on yılda geri alınmak ve hane başına 200 dönümü geçmemek kaydıyla dağıtıldı.

 Gene 1925’te Şeyh Sait’in feodal isyanı nedeniyle 500 kadar toprak ağası, 1927’de bölgede bu ve benzeri ağalar lehine sorun çıkaran bin beş yüz aile batıya göç ettirildi. Hükümet kamulaştırdığı bunlara ait bölge arazilerinin önemli bir bölümünü yasalar çerçevesinde topraksız köylüye dağıttı. İki yıl sonra, yani 1929’da meclis “Şark Menatıkı Dahilinde Muhtaç Zürrâ’ya Toprak Tevzii Kanunu”, günümüz Türkçesiyle “Doğu Bölgelerinde Muhtaç Çiftçiye Toprak Dağıtımı Kanunu” adlı yasayı kabul etti ve devlet bu yasa uyarınca Ağrı, Van, Muş, Bitlis, Hakkâri, Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Elazığ illerinde, sürgüne gönderilmiş toprak ağası ve toprak ağalarınkine denk servete sahip şeyhlerin arazilerini kah bedel ödeyerek, kah bedelsiz kamulaştırdı, köylüye karşılıksız dağıtmaya başladı.

Bana söyler misin amcamoğlu, bütün bu radikal uygulamalar bir küçük burjuva devrimcisinin göze alacağı, programına koyacağı ve yaşama geçiriken altından kalkabileceği işlerden midir? Soruyu daha farklı sorayım: Bir küçük burjuva devrimcisi, cebini doldurma fırsatı duruken -ki tarihte sayısız örneği vardır- kaderine razı gariban köylüler için ülkenin en azgın sınıfının temsilcilerini karşısına alıp ölümcül sonuçları olan böyle bir riske niye girsin?

Sonuç olarak

Kızıl bayraksa kızıl bayrak! Orak çekiç yerine ay yıldız koydu diye mi Mustafa Kemal “küçük burjuva”? SSCB dışında hangi komünist devletin al bayrağında kopya edilmiş orak çekiç var? Bu işler ne kolay, ömürlerini Moskova’da Sovyetlerin beslemesi olarak geçirip orada ölenler “proleter devrimci ve komünist”, vatanını kurtarıp -Marks’ın öğretisine de uyumlu- komünizmi getiren “küçük burjuva”, öyle mi!

“Köylü milletin efendisidir!” diyen Mustafa Kemal, her zaman onların yanında oldu.

Mustafa Kemal’e “küçük burjuva”lığı yakıştırıp kendilerine komünist diyenler, bu ülkede yaklaşık 150 yıllık bir tarihe sahip. İlk gününden beri toplumda karşılıkları yok, esameleri okunmuyor. Seçimlere girdiklerinde “Diğer” diliminin içinde bile en son sırada yer alıyorlar. İnsan 150 yıllık hezimeti oturup bir değerlendirmez mi? Biz nerede yanlış yapıyoruz, diye sorup sorgulamaz mı?

Söz uzadı, artık noktayı koymalıyım, farkındayım. Fakat bilinmesi yaşamsal önemde, izninle Mustafa Kemal kendilerine komünist diyenleri daha 1920’lerde nasıl değerlendiriyordu, yararlı olacağı inancındayım, onu da aktarmak istiyorum.

9 Ekim 1920 tarihli Hakimiyeti Milliye aracılığıyla diyor ki Mustafa kemal:

“Son zamanlarda memlekette birtakım şarlatanlar türediğini görüyoruz. Komünizm! Komünizm! diye bağırarak, bin türlü diller dökerek söylüyorlar ki, komünizm dedikleri sulh ve selamet ilacı, bu yetmiş iki türlü derde deva olan ilaçlamanın en halisi ve en nefisi yalnız kendilerinde vardır. Halbuki bunu söyleyen ve avaz avaz bağırarak mallarını sürmeye çalışan şarlatanların yegâne maksatları, şu gürültüde herkesin mahiyetini hakkıyla takdir edemediği bir yere doğru koştuğu sırada bu hücumdan istifade etmek, ele bir şey geçirmektir. Yoksa ne komünizmden ne Bolşeviklikten ne de başka bir şeyden haberleri vardır. Yegâne kuvvetleri sıkılmadan söyleyen, durmadan bağıran çenelerinden ibarettir.” (“Cereyanlar”, Bolluk, s. 85)

Senin canını yakmadı mı okudukların, benim içim kavruldu bunları fark ettiğim gün!

Geçmişin sosyalist örgüt liderleri snobluk yapmayıp Mustafa Kemal’in getirdiği komünizme sahip çıksalardı eğer, inan ki bugün ne Deniz için, ne Mahir için, ne Ulaş için, ne Cevahir için, ne Kaypakkaya için ve daha nice devrim ve vatan evladı için ağıt yakmıyor olacaktık. Tersine her biri ülke yönetimin en tepelerinde, kimi cumhurbaşkanı, kimi başbakan, kimi bakan, kimi milletvekili, kimi asker, kimi vali, kaymakam, belediye başkanı, muhtar, yargıç, öğretmen vb. olarak görev alacak, Türk komünizmini yukarılara taşıyacak, ülkemizi mazlum milletlerin kalesi, sığınağı yapacaklardı. Bu inanılmaz hatalar zinciri onları hapislere, sürgünlere, kurşunlanmalara, işkencelere ve darağaçlarına sürükledi.

Çok mu geç kaldık?

Bence hiçbir şey için geç değildir; onca hırpalanmışlığına karşın komünist Mustafa Kemal hala dimdik ayakta, hala ülkemiz insanına önderlik ediyor; hala başarabiliriz.

Selam ve sevgilerimle…