Anlama özürlüyüz, zekamız kıt!

Suçlu ben değilim. Sen de değilsin sevgili okurum. Gençlik, hiç değil! Bu memleketin en büyük doğal kaynağıdır gençliği. Hem de pırlanta olmaya aday elmas yatağıdır. Ne ki ustasının eline geçmelidir… Yoksa sobada yaktığın kömürden farkı nedir?

Emine SUPÇİN

Ne zaman Mayısın 19’u çiçeklense,  aklıma ilkin, Mustafa Kemal’i Anlamak adlı şiir düşer. Der ki:

Siz beni hâlâ anlayamadınız,
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da,
Hep tutturmuş “yıl 1919, Mayısın 19’u” diyorsunuz,
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
 

Çocukluğumuzdan beri her bayramda duyarız. İçerik umurumuzda olmaz, o bir şiirdir, 19 Mayıs’larda okunmak için yazılmıştır. Tıpkı Yasin suresinin mezarlıklarda okunması gibi.

Anlama özürlüyüz biz! Zekamızda kıtlık var, genetik!

Ne inandığı dinin kitabını anlıyor memleket, ne memleketin kurucusunun ilkelerini. Tamamen saldım çayıra, (varsa) mevlam kayıra durumunda otluyor, otluyor, otluyoruz!

Yukarıdaki dizelerin sahibi Halim Yağcıoğlu, Mustafa Kemal adına devam ediyor dertlenmeye:

Bırakın artık o altın yaprağı,
Siz bana neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?

Yokluk ve sefaletin hakkından gelemedik ama yokluk ve sefaleti kullanmayı iyi öğrendik. Sadakaya alıştırdık, elinden hürriyetini aldık mesela. Mesela balık tutmayı değil, balık beklemeyi öğrettik, gariban Anadolu’m insanına. Toprağını ekmeye teşvik etmek şurada dursun, ellerine yeşil kart verip yemyeşil çayırlarda otlayan eşek hayali simule ettik beyinlerine! İnsanımız cahildi ama derelerinden akan su kadar berrak ve duruydu yüreği. Fakat o saf yürekler de kuruyup gitti, kurutup bitirdiğimiz dereleriyle birlikte. Yerine kin kusan, nefret tüküren zavallılar türedi.

“Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil
Bilim ağartsın saclarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.” diye çığlıklarına devam ediyor şair.

Sen ne diyorsun be hey şair? Elimizi sallasak profesöre çarpıyor memlekette. Mümkün olduğunca dalkavuk, olabildiğince “Siz bilirsiniz efendim”cileri getirdik üniversite denen kurumların başına.

Sonuç? Kimi anadan doğma sapık çıktı, kimi sonradan olma. Kimi cehalete diziyor övgüyü, kimi cehaletinden utanmasını bilmiyor; kuduz köpek gibi köpürüyor ağzı. Sorsan hepsinin titri, döver seni beni.  Aslına bakarsan laboratuvardaki deney fareleri bilim anlatsa daha makbul bugün. En azından tecrübesi var hayvancağızın…

Salı günü 101. Yıldönümü Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışının ve bir yıldız gibi yükselişi, avuçlarına aldığı memleketin. Peki, yoksulluğa, tek adamcılığa, cehalete, emperyalizme karşı açılmış o büyük savaşın 101. Yılında ne halde gençliğin? Hani gençliğe hediye edilen bu bayramın gençlerini soruyorum. Sporu futboldan, müziği repten ibaret zanneden; resimle fotoğraf sözcüklerinin anlamını bile karıştırabilen, Kıbrıs’ı Karadeniz’de, ülkemizi Ortadoğu’nun odağında zanneden; okumayı sevmeyen, okuyanın da okuduğunu anlamadığı tespit edilen gençlik?..

Peki suçlusu kim?

Gençliği bu denli cahil, bu denli vizyonsuz, bu denli korkak ve ezberci yapan sistemin suçlusu KİM? Ve hatta zaten içi göçmüş sistemin sınav tarihinde bile oynama yaparak insanı eblehleştiren durumun suçlusu kim?

Sırasıyla Köy Enstitüleri’ni, Eğitim Enstitülerini kapatan, Fen ve Anadolu liselerinin içini boşaltan, müfredat yerine ifrazat kusan sistemin suçlusu kim?

 Ben değilim. Sen de değilsin sevgili okurum. Gençlik, hiç değil! Bu memleketin en büyük doğal kaynağıdır gençliği. Hem de pırlanta olmaya aday elmas yatağıdır. Ne ki ustasının eline geçmelidir… Yoksa sobada yaktığın kömürden farkı nedir?

Şu gün bu bahtsız memleketin gençliği ya yobazlığa ya da çaresizliğe sürükleniyorsa sobada değil, meydan ateşinde yakıyorsun demektir!.. Fakat biz anlama özürlüyüz, zekamız kıt, düşünemeyiz bu gerçeği…

 Gençlik bayramı mı demiştiniz?

 Kutlu olsun madem…     

Notum: Mesleğini hakkıyla yerine getiren tüm bilim insanlarımızı, tüm olumsuzluklara rağmen bu vatan için çalışıp çabalayan hatta cezaevlerinde yatan pırıl pırıl gençlerimizi tenzih ederim.