Ankara, sadece ‘Ankara’ değildir! Ali Taş

‘Coğrafya kaderdir’. İbn-i Haldun’un bu sözü, cümlenin kurulduğu tarihi düşünürsek, döneminin ilerisinde bir ifadedir. İnsan, içinde bulunduğu coğrafyanın kendisine belirlediği alanlar içerisinde var olmak zorundadır. İşte Başkent Ankara’nın öyküsü, İbn-i Haldun’un bu sözüne kafa tutmakla başlar.

ALİ TAŞ alitas1970@gmail.com

Ama Ankara için coğrafya kader değildir. Çünkü toplumlar kendi kaderlerini kendileri yazar. Nitekim Ankara da, Türk ulusuna yazılan kadere başkaldırının merkezi olarak eylemli bir şekilde öğrenmiştir toplumların kendi kaderlerini neden kendilerinin yazdığını.

Kurtuluş Savaşı öncesinde 1500 – 1600’lü yıllardaki değerini yitirmiş, unutulmuş, Anadolu’daki onlarca kentten birisidir. Bir kalenin etrafına toplaşmış bir insan yığını. Ama stratejik konumu nedeni ile öne çıkmış ve Kurtuluş Savaşı’nın merkezi konumuna gelmiştir. Burada elde ettiği niteliği de bir daha elinden bırakmamış, varlığını Cumhuriyet’e bağlamış ve Cumhuriyetle kader birliği yapmıştır.

Ankara’nın neden sadece ‘Ankara’ olmadığını görmek isteyenler işe Ankara mimarisi ile başlayabilirler. Şimdilerde Gökçek’in yok etmeye çalışarak beton yığını haline getirdiği şehir, aslında binaları ile Cumhuriyetin de tarihini yazmaktadır.

İLK PLANLI ŞEHİR

Örneğin, Türkiye’nin ilk şehir planı Ankara için yapılmıştır. Jansen Planı olarak da bilinen ‘Ankara Şehir İmar Planı’ 1950 yılına kadar uygulanmıştır.

Çankırı Caddesi’nden başlayarak, (Ulus Meydanı’ndaki Atatürk Heykelinden) Atatürk Bulvarı üzerinden Çankaya’ya doğru yapılacak küçük bir tur aslında Ankara’nın değil, Cumhuriyet’in kültür değişiminin aynası olacaktır.

Ulus’ta bulunan İş Bankası Genel Müdürlüğü, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü, Osmanlı Bankası (şimdi yok) Genel Müdürlüğü, 1. Ulusal Mimari Döneminin en karakteristik örnekleridir. 1. Ulusal Mimari akımı, Osmanlı’nın on dönemlerinde başlayıp, Cumhuriyetin de devam ettirdiği bir akımdır. Zira içinde geleneksel Türk Mimarisi özelliklerini barındırmaktadır. Yine aynı şekilde, Namazgah Tepe’de bulunan Devlet Resim Heykel Müzesi (Önce Türk Ocağı Genel Merkezi sonra da Halkevleri Genel Merkezi olarak kullanıldı) ile Etnografya Müzesinin de olduğu binalar da bu dönemden kalmadır.

1928 Hakimiyeti Milliye Meydanı ( Ulus) düzenlenmesi yapılırken

1930’ların sonuna gelindiğinde 1. Ulusal Mimari Dönemi kapanır ve 2. Ulusal Mimari Dönemi başlar. Dönemin karakteristiği, devletin yüceltilmesi, milliyetçiliğin ön plana çıkması gibi siyasal etkenlerdir. Belki şaşıracaksınız ama bu akımın en önemli örneği, Anıtkabir’dir. Zira Mimarı Emin Onat, bu akımın kurucularından sayılmaktadır. Bir diğer örneği ise Opera Binasıdır. Bulunduğu semte adını da veren bu bina, II. Ulusal Mimari döneminin karakteristik eserlerindendir. Aynı tarihler, Alman faşizminin yükselmesi sonucu Türkiye’ye gelen Alman mimarlarının etkilerinin görüldüğü bir zaman dilimidir. Örneğin, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi, Hukuk ve Fen Fakülteleri Alman mimarların eserleridir. Dikkat edilecek olursa, II Ulusal Mimari ile Alman Mimarlarının eserlerinde önemli benzerlikler bulunmaktadır. Çünkü her ikisinin de temel doktrini, devletin yüceltilmesidir. Siyasal olarak da Attila İlhan’ın ‘Kırk Karanlığı’ diye tanımladığı ve siyasal baskının artıp, devletin otoriter gücünü hissettirdiği dönemdir.

İki farklı dönem mimari anlayışı ürürnü: solda İş Bankası Genel Müdürlüğü, sağda bir zamanların Sümerbank Genel Müdürlüğü ( 1950’lerden bir kare)

1950’lere gelindiğinde artık iktidarda DP vardır ve Küçük Amerika süreci başlamıştır. Mimari de bunun dışında kalmayacaktır elbette. Ulus’ta Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü binası ve yanındaki pasaj, Sıhhıye’de Etibank Genel Müdürlüğü, Kızılay’da Gökdelen diye bilinen Emekli Sandığı binası, hep bu anlayışın binalarıdır. Yüksek, albenisi çok, estetiği ön plana çıkaran yapılardır bunlar. Tıpkı dönemin New York binaları gibi. Artık Cumhuriyet devrimleri kesintiye uğrayıp karşı devrim, “Küçük Amerika” süreci başlamış, Ankara’da bundan nasibini almaktadır.

1950’ler Yenişehir

MİMARİDEKİ KADER BİRLİĞİ

Başta da belirttiğim gibi, Ankara, Cumhuriyet ile kader birliği yapmıştır. Mimarisi, bu kader birliğinin sadece bir boyuttaki örneğidir. Bu örnekleri başta sosyoloji olmak üzere her anlamda görebiliriz. Küçük bir örnek. ODTÜ, başlangıçta bir Amerikan projesi olarak açılmasına rağmen, Ankara onu kendisine benzetmiş ve devrimci bir karakter kazandırmıştır.

Son olarak sözü Abdülhak Şinasi’ye bırakalım. Bakın, 1933’te Varlık Dergisinde çıkan yazısında Ankara’nın doğuşunu nasıl anlatıyor.

“Ankara’ya ilk yoksulluk zamanlarında gelip onunla birlikte yoğrulan, onunla hem-hâl olanların ruhî hâletlerini tasavvur edin! Şehrin yavaş yavaş nasıl büyüyüp güzelleştiğinin hikâyesini bu ilk yeni Ankaralılar’ın ağızlarından işitmelidir. Ankara’nın o çok mütevazı ilk binaları yapılırken, bunları nasıl fahrla ve sevincle seyrettiklerini ve bunların karşısında ne lezzet duyduklarını asıl onlardan dinlemeliyiz. Ankara şehremaneti de bu ilk gelenlerin hâtıralarını bir altın kitapta kayd ve tevsik etmeli ve bu eski manzaraların bir albümünü toplamalı değil midir?

Çocuğunun büyüdüğünü, zekâsının karanlık içinde yavaş yavaş açılan bir ziya gibi kuvvetlendiğini gören bir baba tarzında bu şehrin kat kat, ev ev büyüdüğünü; sokak sokak genişlediğini; manzara manzara açıldığını; istirahat, medeniyet ve sanat için gitgide yer kazandığını; bünye, fikir, his için gittikçe elverişli olduğunu en samimi bir gururla seyretmiş olanlar, onu hususî bir eser itinası ile sevmekte haklıdırlar.”

İşte bu nedenlerle Ankara, sadece ‘Ankara’ değildir, çok daha ötesidir.

Jansen Planı…