İstanbul tarihsel kent yapısı ve dokusuyla; salt taş, tuğla, çelik ve ağaçtan oluşmuş bir karmaşa değildir. Tersine, İstanbul malzemeyi aşan, doğrudan doğruya bir ruh halinin simgesi ve adıdır. Ancak bu ruh halinin tahliliyle görülür ki; gelişmiş ve ilkeli bir kent düzeni yine de her şeyin ana belirleyicisidir
CEM BAYINDIR
Giriş
Son yirmi beş yılda canına kastedilen; yeşili, mavisi, ağacı tüketilen betona, yüksek katlı yapılara boğulan İstanbul; tarihsel, doğal ve kültürel yapısıyla, önemli ve özellikli bir dünya kentidir.
Nüfus artışı ve betonlaşma önlenemediği gibi son hız sürerken bir de yapay kentler kurma projeleriyle kentin daha da yıkıma uğratılacağı açık. Betonlaşmanın sonucu yeşilin ve ağacın azalması, sera etkisi, kalabalık nüfusun getirdiği çevre kirliliği, su sorunu ile birleşince kötümser olmamak elde değil. Aslında İstanbul’da nüfusun azaltılması, kentin soluk almasının sağlanması için ciddi çalışmalar gerekirken tam tersine kanal açmak, çevresinde yeni yaşam alanları yaratmak gibi projelerin peşinde koşulması kenti tümüyle öldürebilir.
İstanbul’a ilişkin bir şeyler yazan herkes ayrı nitelemelerde bulunduğundan bunu doğal saymak gerekir. İstanbul gibi, çok katmanlı ve çok sarımlı tarihsel, kültürel ve sosyal yapısı olan bir kent, doğal olarak farklı algılanıp, farklı nitelenecektir. Şimdi bu nitelemelerin, konumuzla ilgili olanlarından kısa bir seçki yapalım:
İlk sırada Lâtifî’nin ([1]) İstanbul’una bakalım. Lâtifî “Evsaf-ı İstanbul”da:
“Bu makamı ger görürse hûrîler uçmaktan
Koyalar uçmağı bu uçmağa uçmağ isteye.”
Yani, meşhur tezkereci Lâtifî, ‘huriler İstanbul’u görürlerse, cennetten vazgeçip İstanbul’a inerler’ demektedir. Ayrıca İstanbul’un doyumsuz güzellikteki siluetinin ‘seyr ü temaşa’sına da herkesin vurgun olduğunu belirtmektedir. Lâtifî’nin söylemiyle:
“Bu şehr-i meşhûre şûhre-i âfâkın herkes seyr ü temaşasına meşguf ve müştaktır.”
Moltke’nin ([2]) gözüyle İstanbul: “…Rusçuk’tan ayrılışımızın onuncu sabahı eteklerinde bir gümüş çizgi ışıldayan, uzak bir dağ sırasının arkasından güneşin doğduğunu gördük. Bu, milletlerin beşiği Asya idi, tepeleri karlı Olympus’tu ve koyu mavi suları üstünde birkaç yelkenlinin kuğular gibi ışıldadığı Propontis idi. Çok geçmeden minareler, gemi direkleri ve servilerden bir orman denizden yükselip parıldadı. İstanbuldu burası…”
1680’lerde Josephus Grelot ([3]) bakalım İstanbul için ne diyor: “…Sanat ve doğa, güzellikle verimliliğin eşit olduğu bir yer kurmak için birleşebilselerdi; herhalde İstanbul’dan daha iyisini başaramazlardı.”
“İstanbul’dan Mektuplar”da Max Müller ([4]) İstanbul’u tarif ediyor: “…Üsküdar, Beyoğlu, surların ötesindeki ölüler bölgesine ilâveten bugün birer terk edilmiş mezarlık olan cami avlularında, yükselen kara selvilerin meydana getirdiği koyu fon ile, büyük bir tezat teşkil eden bembeyaz minareleriyle camiler, bütün nazarları üzerlerine çekmektedir…”
Türk dostu, Türklerin dostu Pierre Loti’nin ([5]) kaleminden İstanbul manzarası: “Bu imparatorluk şehri her şeye rağmen, bu topraklar üstünde mükemmelin ve bilinmezin son sığınaklarından biri, bizim içinse anlaşılmazın ve biraz da efsanevi çok eski bir insanlığın en son kalelerinden biriydi…”
İSTANBUL KENT ESTETİĞİNİN PLASTİK DEĞERLERİ ([6])
Yukarıdaki anlatım ve nitelemeleri, İstanbul kent plastiğinin genel özelliklerini saptamada ölçüt ve örnek alabiliriz. Plastik sanatlar, genel sanat sınıflaması açısından, daha maddi, daha somut ve daha nesneldirler. Bu yüzden, resim, heykel ve mimarlık gibi maddi nitelikli sanat grubuna ‘Plastik Sanatlar’ denmektedir. Plastik veya plastiklik, nesnelerdeki biçim, hacim, renk, çizgi, kütle, yüzey veya doku gibi elemanların izleyende bıraktığı etkidir. Kısaca; varlıkların elle hissedilebilir dış yüzey etkisine plastiklik denir.
Resimde ve mimaride plastiklik biçim ve renge ilişkin öğelerin bütününü kapsar. Kütle, yüzey, doku, çizgi, benek, ışık vb.…öğeler tüm plastik sanatlar açısından ortaktır. Ancak bazı öğeler belli sanatlarda ikincil duruma düşebilir. Heykelde rengin, mimaride benek ve dokunun ikincil öğe olması gibi. Bu plastik öğelerin sanat yapıtına, işlevsel ve yapısal dayanak oluşturmadan öte, izleyene etki etme, onun duyularını uyarma ve tatmin etme gibi görevleri de vardır.
İstanbul’un plastik değerlerini saptayıp yorumlarken, sanatın sezgisel boyutunu, duygunun algıya, algının da bilgiye dönüşümü olgusunu temel çıkış almaktayız. Sanatı ruhsal-tinsel yönlü bir olay olarak da gördüğümüzden; duygu, uyarı, algı, empati gibi tümüyle ruhbilim kavramlarıyla kent estetiğini okumaya çalışmaktayız.
- a) Plastik Öğeler Açısından ([7]):
1) İstanbul, fetihten sonra başlayan imar ve ihya sürecinde Türk-İslam kimliğine kavuşmuş, dinsel mimari de her dönemde kentin kimliğini belirlemede ana etken olmuştur. İstanbul’da cami, çarşı ve saray kentsel ana özü oluşturmuş, konutlar da Türk evi özelliğiyle bağ ve bahçeler içinde kümelenmiştir.
2) İstanbul’un tarihsel kent yapısında doğaya uygunluk ve uyumluluk esastır. Ayrıca hiçbir mimari yapı toplumsal yaşama yük değildir. Ana külliyeler şehir hayatını düzenleyici bir görev dahi üstlenirler. Cami avluları ağaçlarla donanmıştır. Kuş yuvaları ve kuş sarayları kutsal yapıların sadece süsü değil, aynı zamanda varlığın algılanışında duyu uyaranıdır.
3) Doğal bitki örtüsü kenti ve yapıları, bir giz perdesi olarak sarıp sarmalar. Onların görünümüne büyülü bir atmosfer katar. Renk olarak da değişen farklı ton değerleriyle mimari yapıların algısını güçlendirirler. İstanbul’un zengin bitki örtüsü şehir mimarisinin ayrılmaz parçasıdır.
4) İstanbul’da tüm yapı ve yapı elemanları ritmik bir kümeleniş özelliği gösterir. Sadece yapılar kendi bütününde değil, doğal ortamla da bir çeşit karşıtlık armonisi kurar. Minareler servilerle rekabet eder ve biçimsel olarak tekrar eden bir görsel müzikalite doğar.
5) Minarelerin boylarıyla, baca ve çatı elemanları, büyük kubbelerin daireselliğiyle karşıtlık etkileşimine girerler. Bu karşıtlıktan etkili, diri ve gerilimli bir kent atmosferi oluşur. İstanbul için şunu söylemek daha doğrudur: “Göğü ve rahmeti simgeleyen kubbelerle, yerden fışkıran bereketi simgeleyen minarelerin karşıtlık armonisi, İstanbul kent plastiğinin ana belirleyicisidir” ([8])
6) İstanbul’un tarihsel mimarisinde malzeme doğal ve sadedir. Dini yapılar taş ve kurşundan, evler ise ahşaptandır. Birinin ağırlığını ve kütleselliğini, diğerinin hafifliği ve geçiciliği dengelemeye çalışır. Yapılarda doğal malzeme dışında gereksiz, yapmacıklı süslemecilikten kaçınılmıştır.
7) İstanbul’un tarih boyunca kent oluşumunda en önemli etken kentin denizle olan bağı ve ilişkisidir. Kent her dönem, denizden farklı ve bütüncül olarak algılanmış ve o yönde bir gelişim göstermiştir.
8) İstanbul’un; kentliyle devamlı olarak yüzleşebileceği özel mekanları da var. Cihangir, Piyer Loti, Çamlıca tepesi gibi birçok yer, zaman ve mekan olarak, çok katmanlı, çok anlamlı, çok elemanlı bir kent olgusuyla yüzleşmemize fırsat verir.
9) İstanbul’un yapılarını ve mezar taşlarını süsler seçkin hat sanatı örnekleri, saf plastik ürün olarak karşımızda dururlar. Düzlerin ve eğrilerin düzenli yarışı, statik ve dinamik elemanların birbirini yanıtlaması çizgide de görsel bir müzikalite ve armoni yaratır.
- b) Algı Açısından: ([9])
1) İstanbul sadece plastik değerler açısından bir bütün değil; tarihi, dini ve sosyal uyaranlarıyla da önemli ve özellikli bir Türk kentidir. Kent dokusundaki yıkıntı ve antik yapılar bile, yeni ve modern kentle, ilgi ve algı uyaranı ilişkisine dayanak oluştururlar. İstanbul’un manevi ve ruhani kimliğini; mimarisinden ve maddi yapısından ayırmak zordur.
2) Her türbe ve cami çevresinde görülen çeşmeler, hayatın temel unsuru suyu kentliye sunarken; yapının, dünün ve şehrin algılanmasına da aracı olur.
3) Taş dokulu yollar, hayata açık kent meydanları ve dini musikinin içli tınıları, temel hayat ritmimizin çağrışım ve işlevlerini hızlandırırlar. İstanbul’da insanlar en çok da şehirli olduklarını meydanlara çıktıklarında anlarlar. Anıtsal bir kentte kaybolmak yerine, kendi varlık bilinçlerine bu meydanlarda varırlar. Kentli olabilmenin şartları ve gerekleri de insan insana ilişkilerle bu meydanlarda gerçekleşir.
İstanbul tarihsel kent yapısı ve dokusuyla; salt taş, tuğla, çelik ve ağaçtan oluşmuş bir karmaşa değildir. Tersine, İstanbul malzemeyi aşan, doğrudan doğruya bir ruh halinin simgesi ve adıdır. Ancak bu ruh halinin tahliliyle görülür ki; gelişmiş ve ilkeli bir kent düzeni yine de her şeyin ana belirleyicisidir. ([10])
[1] Lâtifî, Evsaf-ı İstanbul, Syf: 7/10.
[2] Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları, Syf:15.
[3] Josephus Grelot, İstanbul Seyahatnamesi, Syf: 59/60.
[4] Max Müller, İstanbul’dan Mektuplar, Syf:14.
[5] Pierre Loti, İstanbul-1890, Syf: 6.
[6, 7, 8, 9, 10] Ahmet Bayındır Anıt Kent Makalesi, 2009