Anadolu Kıyımın Eşiğinde

12 bin yıllık göl, dibinde hazine aranması için valilik oluru ile boşaltılınca, göl yok oldu, göle sonradan çeşme suyu ile su taşınarak düzeltilmeye çalışması ise budalalık tarihine altın harflerle yazıldı

 

AV. CEM BAYINDIR

Bereket tanrıçasının anavatanı Anadolu toprakları son yıllarda yıkımın eşiğinde. Benim ilkokulda okuduğum yıllarda kendine yeten yedi ülkeden biri olduğumuz gururla anlatılırken bugün tarımda da, hayvancılıkta dışa bağımlıyız. Derelerimizi, tepelerimizi, zeytinliklerimizi, bahçelerimizi, dağlarımızı, ormanlarımızı koruyamıyoruz. Bugün ormanlar, meralar, dağlar, deniz kıyıları yol yapımı, enerji santralleri, sanayi tesisleri, otel, yazlıklar gibi akla gelebilecek her türlü yapılaşmaya açık halde olup bu yolda yasalar bile kolaylıkla çıkartılmakta. Enerji ve maden yatırımları için çıkartılan yasa da bunlardan biri. Bu yasayla zeytinlikler koruma statüsünün dışına çıkacağı için her türlü yapılaşmanın önünün açılabileceği açık.  

Bizim 1950’lerde başlayan “Küçük Amerika” olma düşlerimizin getirdiği bir nokta olsa gerek ki, 50-60 yıldır, kalkınma uğruna acımasızca doğaya müdahale edebiliyoruz. Buna karşı çıkan insanlar Boğaziçi Köprüsü örneği gibi 50 yıl sonra bile yatırım düşmanı olmakla suçlanabiliyor.

Bugünkü tarımın, hayvancılığın, ekonominin bitme noktasına gelmesinin nedenlerinden biri de bu olmalı. Çünkü Anadolu coğrafyasının ekosistemi son yıllarda artık yıkımın eşiğinde. Denizlere akan zehirler, kanalizasyonlar, atıklar; dağlarda aranan madenler; ırmak kıyılarında altın madeni işleten şirketler; derelerde santraller yapan yerli yabancı holdingler; deniz kıyılarında ruhsat verilen otel işleticileri, tarihsel alanlarda beton binalar; imar aflarıyla yok edilen meralar ve niceleri…

Bugün, yok edilen ormanlık alanlar nedeniyle topraklarımızın yüzde 86’sı erozyon tehdidi altında. Sulak alanların yarısı son 50 yıl içinde yok edildi, son 40 yıl içinde üç Van Gölü büyüklüğünde sulak alan kurutuldu. Yüzlerce balık türünün yarısı tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.

Geçmişte, kimi doğa katliamlarına yargı “dur” dese de bugün öyle bir olasılık da azalmış durumda. Yöneticilerin beton tutkusu, turizm, kalkınma, enerji gibi gerekçeleriyle özensizce talan edilen doğal alanlar, hunharca sömürülen doğal kaynaklar ve bunlara itiraz edenlerin hainlikle suçlanmaları bitecek gibi değil.

Şimdi bunların bir bölümünü anımsamaya çalışalım:

Marmara Denizinde Deniz Salyası 

Yıllardır çevresindeki kentlerin atıklarının, lağım sularının boşaltılarak kanalizasyon gibi kullanılan Marmara Denizi artık atılan pislikleri “deniz salyası (müsilaj) olarak kusunca bu yaz ortaya üzücü görüntüler çıktı. Açık ve iç denizleri, okyanusları, insan, bitki ve deniz canlılarının sağlığını tehdit eden bu durum şimdilik geçmiş gibi görünse de kalıcı bir çözüm getirilemedi.

İstanbul Havalimanı

İstanbul iklim ve doğa koşullarına uygun yapılmayan İstanbul Havalimanı ile İstanbul’un orman ekosistemleri büyük zarar görürken, bölgede “su birikintisi” denilerek 70 kadar göl de kurutuldu. Bu kış havalimanı neredeyse kullanılamaz hale geldi, insanlar mahsur kaldı, sorun günlerce giderilemedi. 

Kastamonu Bozkurt’ta Sel Felaketi

Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde, Ezine Çayı’nın yatağının daraltılması, dere yatağına konut yapılması, tomruk deposunun varlığı, çayın üzerindeki köprülerin yetersiz kalması, bölgedeki HES’in zarar görmesi ve sel öncesinde halkın yeterince bilgilendirilmemesi gibi nedenlerle oluşan sel büyük bir trajediye dönüştü. Bölgede yaşamını yitirenlerin sayısı 70’i aştı. 60 kişi sel sularında kayboldu.

Kaz Dağlarında Kesilen Ormanlar

Çokuluslu maden şirketi Alamos Gold’un Çanakkale’nin içme suyu havzası sınırında, Kirazlı köyü Balaban mevkinde işletmek istediği altın madeni ön hazırlık çalışması için yaklaşık 400 bin ağacı katletmesi ile Kaz Dağlarında giderilmesi yüzlerce yıl sürecek kıyım oluştu.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü

Boğaziçi Köprüsü 1973’te açıldıktan 14 sene sonra başlangıç kapasitesinin dört katı araca ev sahipliği yapar olunca ve köprü, İstanbul trafiğini kaldıramaz duruma geldiğinde, ikinci köprü planlama başlamıştı. Birincisinden beş kilometre kuzeyde yapılan ikinci köprü 3 Temmuz 1988’de dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından açıldı. Köprüden geçerken başbakanın, “Hadi bir kaset koy da neşelenelim Semracım” sözü hatırlardadır. Bu köprü ne yazık ki, yeşil alanları etkiledi, salt, Anadolu yakasında 17.155 hektar orman alanı yok edildi. Yok edilen ağaçların büyük bir kısmı yerleşim alanlarıyla iç içe olan koruluk, bahçelik, makilik gibi alanlardı. Buraların ormanları naftalinli Yeşilçam filmlerinde kaldı…

Karadeniz Sahil Yolu

Sinop’tan Sarp Sınır Kapısı’na uzanan 600 kilometrelik Karadeniz Sahil Yolu’nun 1997’de temeli atıldı, açılış yılı ise 2007’dir. Bu yol bölgenin denizle ilişkisini kesmiş, yörenin yağışlı iklimiyle bol yağmur alan toprak yapısına uyumlu tasarlanmamıştı. Bu yolda birçok kez ciddi sorunlar yaşandı, sel, çökme gibi felaketlerle birçok kez insanlar canlarından oldu.  

Caretta Carettalar

Korunması gerekli, dünyanın en güzel plajlarından biri olan Dalyan’daki İztuzu Plajı’nda 1987’de İngiltere-BAE ortaklığıyla 1800 yataklı bir otel inşaatına başlandı. Bu, ataları yaklaşık 95 milyon yıldır yeryüzünde olan Caretta Carettaların, Akdeniz kıyısında Yunanistan’ın Zakintos adasıyla birlikte en büyük yumurtlama alanı olan İztuzu’nun yok olması anlamına geliyordu. Dönemin Turizm Bakanı önceleri “50-60 kaplumbağanın nesli tükenecekse, tedbir alırız. Ancak bunlar için binlerce dönüm alanı milli park ilan etmeye gerek yok” dese de, olayın uluslararası bir boyut kazanmasıyla 1988 yılında Turizm Bakanlığı projeyi iptal etti ve İztuzu çevre koruma bölgesi ilan edildi. Bu karara karşın caretta carettaların varlıkları için bugün de tehlikeler artarak sürüyor.

Altın Madenleri

Eurogold başta olmak üzere batılı şirketler, 1989’da Ege’nin bereketli ve kadim topraklarından altın madeni açmak istiyordu. Altın cevheri siyanürle ayrıştırılacak, kimyasal atıklar maden sahasındaki atık havuzuna gömülecekti. Buna karşı başlatılan ve halkın kitlesel katılımıyla büyüyen mücadele yıllar sürdü ve maden sahası 1998’de mahkeme kararıyla kapatıldı. Ancak hukukun kazandırdıklarını siyaset ‘ekonomik kalkınma’ ve ‘ulusal çıkar” namına geri aldı. Bugün bu şirket Elâzığ’dan Malatya’ya, Ordu’dan Erzincan’a, Balıkesir’den Niğde’ye kentlerimizde cirit atıyor ve siyanürle altın çıkarmayı sürdürüyor ve tehlikeli atıklarını da ırmaklara, derelere, göllere yolluyor.  

Meralar

Anadolu’da hayvanların otlatıldığı mera alanları 1950’li yıllarda 21,7 milyon hektar iken, bugün yaklaşık 8-10 milyon hektara düştü. Son yıllarda da meralar gerek imar aflarıyla, gerek yeni imar planları için göze kestirilmiş durumda… Birçok kez yasalarda yapılan değişikliklerle, meralar üzerindeki yasadışı imar çalışmalarına tapu verildi. 2013’te çıkarılan ‘Büyükşehir’ Yasası ve Temmuz 2014’te Torba Yasa’daki maddeler vurdu. Değişiklikle ‘alternatif bir alan bulunmaması durumunda’ Bakanlar Kurulu kararıyla kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilen yerlerdeki meraların imarının önü açıldı.

Kuruyan Göller-Dereler

Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan bu yana sulama amaçlı barajların yapılması, denetimsiz artezyen ve su kuyularının açılması, su rejimini değiştiren sonuçlara yol açtı. Birçok göl kurdu, yok oldu. Bunun örneklerinden biri Tuz Gölü’nü de içine alan ve 20 yıldır su seviyesi her yıl 1,5 metre düşen Konya Havzası. Bunun nedeni Türkiye’nin bu en kurak havzasında çok su isteyen şeker pancarı gibi tarım ürünlerinin teşvik edilmesi. Aynı durum Burdur Gölü’nde de oldu. 1990’lı yıllara kadar kuru tarım yapılan Burdur Gölü Havzası’nda besiciliği arttırmak için mısır, yonca gibi hayvan yemi amaçlı, bol su isteyen ürünler ekilince, göl tümüyle kuruma aşamasına geldi.

HES’lerin Yükselişi

686 lisanslı HES projesinin bulunduğu ülkemizde neredeyse her derenin önüne bir, bazen birkaç tane HES yapıldı. Sular borulara ve betonların arkasına hapsedilirken, o derelerin, ırmakların aktığı vadilerde yaşayan milyonlarca canlı ve bir kültür yok ediliyor.

Karadeniz’de, Doğu Anadolu’da birçok yerde Türkiye’de 1990’ların ortalarından itibaren, ‘yeni ve temiz bir enerji kaynağı’ olarak ırmak tipi hidroelektrik santraller (HES) yapılmaya başlandı.

1997’den sonra enerji piyasasına gelen yap-işlet-devlet modeliyle birlikte suyun kullanım ve satış hakkını uzun süreli sözleşmelerle devralan özel şirketler projeler hazırladı. Bugün HES’ler Fındıklı, Çamlıhemşin, Senoz, İkizdere derken Erzurum , Antalya, Muğla, Elâzığ gibi birçok yerlerde de yapılmaya başlandı. Bu şirketlerin hep tanıdık yüzler olması dikkat çekici. Artık ırmak ve derelerimizde, ekosistem geri dönülemez şekilde tahrip edildi, edilmeye de devam ediyor.

Termik Santraller

1982’de üretime başlayan Yatağan Termik Santrali bölge halkı tarafından sevinçle karşılansa da, santralin yaklaşık 25 km uzağına Gökova ve Yeniköy termik santrallerinin yapılmasıyla bu yerlerin filtresiz bacalarından yayılan radyoaktif madde ve uranyum tüm bölgeyi etkiledi. Zeytin ve tütün rekoltesi düşmüş, kızılçam ormanları hızla sararmaya başladı, insanlar hastalandı.

Maraş’taki Afşin-Elbistan termik santralinin 1984’te açıldığı günden bu yana zehir saçmaya devam ediyor. Sürekli kullanılan bir filtreleme sistemi bulunup bulunmadığı da tartışmalı.

Akkuyu Nükleer Santrali

Mersin’in 150 km batısındaki Akkuyu’ya yapılacak nükleer santral ilk 1976’da gündeme gelmişti. Sonrasında hükümetler, ortaklar, yapım modelleri değişti ama Akkuyu’daki nükleer planları hep sürdü. Çernobil felaketinin olduğu Nisan 1986’da askıya alınan nükleer santral çalışmaları ara ara hep gündeme geldi. Öyle ki, Akkuyu Nükleer Santrali’nin daha önce iki kez reddedilen ÇED raporunun, santrali yapacak Rusya’nın, başkanı Putin’in Ankara ziyaretiyle aynı gün 1 Aralık 2014’te kabul edilmesi ilginç bulunmuştu.

Jeotermal Enerji Santralleri 

Özellikle Ege bölgesinde Aydın ve ülkenin tarım ambarı olan ovalar elektrik enerjisi üretimi için kurulan jeotermal enerji santralleri tarafından doldurulmuş durumda. Burada da alım garantisi ve teşviklerle kamuoyunun tanıdığı şirketlere yaptırılan JES’ler yöre halkları için ise tarımın, toprağın, havanın kirliliği, ana geçim kaynağı olan incir, zeytin ve diğer tarım ürünlerinin yok edilmesi anlamına geliyor.

Elâzığ Harput’un Yok Edilişi

Doğu Anadolu’daki en önemli dinsel mimari yapıtlarından olan Artukoğulları devrinden günümüze gelen ve 1156 yılında Artuklu hükümdarı Fahrettin Karaaslan’ın yaptırdığı Harput Ulu Cami çevresine yapılan ve Harput’un neredeyse 1/4’ünü işgal eden betonarme inşaat tam anlamıyla kültür ve tarih yıkımına dönüştü. Ulu caminin çevresinde iş makineleri, kepçeler, dozerler ve vinçlerin camiye ve eklentilerine büyük zarar verdi; daha da önemlisi çivi bile çakılamayacak ve gözümüz gibi korunması gerekli bir alanda “Diyanet Külliyesi” adı altında bir küçük mahalle oluşturularak doğa ve tarih yok edildi.  

Tarihsel Yıkımlardan Biri: Hasankeyf

1970’lerde Keban Barajının su toplamasıyla yüzlerce SİT alanının yüzde 90’ı sular altında kalmıştı. Bugün de 12 bin 500 yıllık Hasankeyf, ekonomik ömrü 40-50 yıl olacağı söylenen barajın suları altında kaldı. Bu insanlık mirası bölgeyi artık yalnızca kitap sayfalarında görebileceğiz.

Dipsiz Göl

Gümüşhane’nin merkeze bağlı Dumanlı köyünün Taşköprü Yaylası’ndaki buzul çağından günümüze kadar gelmiş 12 bin yıllık göl, dibinde hazine aranması için valilik oluru ile boşaltılınca, göl yok oldu, göle sonradan çeşme suyu ile su taşınarak düzeltilmeye çalışması ise budalalık tarihine altın harflerle yazıldı.

Betona Dönüşen Uzungöl

Trabzon ilinin Çaykara ilçesine bağlı son derece önemli doğa harikası bir bölge olan Uzungöl, son zamanlarda yaşadığı değişimle betonlaşırken, çevrede Arapların sürekli yer satın almaları, yabancıların işletmeler açması ve çevre duyarsızlığı herkesin içini acıtıyor. Yapılaşmaya izin verilen bölgede yeşil alan gittikçe azalırken betonlaşma ve gri görüntü her geçen gün artıyor.

İkizdere Taş Ocağı

Rize’nin İkizdere ilçesi İşkencedere Vadisinde, yine kamuoyunda herkesçe bilinen bir şirketin  İyidere’de yapmak istediği liman için taş ocağı açmak çalışmaları bir çevre yıkımına dönüşmüş durumda, taş ocağının tamamlanmasının, İşkencedere vadisine geriye dönüşü olanaksız sonuçlara neden olacağı açık.

Cerattepe’de Altın Madeni

Artvin Cerattepe Kafkasör Yaylası’nda işletilmek istenen altın madenine karşı 30 yıldır direnen köylülerin direnişi baskı ile susturuldu, bu bölgede de bir nevi talana başlandı. 

Park Otel ve Gökkafes

İstanbul’un yakın tarihinde Gökkafes ve Park Otel çok itiraz edilen yapılardı. Bunun yanında şimdilerde bir tarikatın yurt yapmak için Süleymaniye Camisinin önünde inşaata başlaması da kamuoyunu rahatsız etmişti.

Gökkafes (Süzer Plaza) II. Abdülhamid döneminde tapu kaydına “inşaat yapılamaz” şerhi düşülen “Pera Bahçeleri”nin üzerine 1983’te alınan 24,5 metrelik imar izniyle başlandı, Bedrettin Dalan’ın döneminde bu izin 134 metreye çıkarıldı, Sözen döneminde bina mühürlense de, Yargıtay’ın ‘bina yapılamaz’ kararını onamasına rağmen inşaat tamamlandı.

Park Otel’in arazisine ise 1988’de Dalan döneminde 18 kat izni verildi. 1993’te Danıştay kararıyla inşaat durduruldu. Mayıs 2011’de, Anıtlar Kurulu, yapının otel olarak düzenlenmesi için hazırlanan plana izin verdi. İki yıl süren inşaatın ardından Park Bosphorus İstanbul Hotel hizmete girdi.

Görüyoruz ki, ekonomik katkıları olsa da bu projelerin çoğunun, dünyanın en verimli, en özenle yaratılmış doğasına sahip Anadolu’da geri dönülemez ekolojik yıkımlara yol açtığı açık.

Yurdun dört bir yanında ‘kalkınma, ekonomik büyüme gibi söylemlerle gerçekleştirmeye çalışılan ve doğa için hiçbir önlem alınmadan süren rant ve yıkıma dayalı işler ekolojik yaşamın sürekliliğini yok etmekte, halk sağlığını tehdit etmekte, son 50-60 yılın iktidarları tarihe, doğaya karşı özensiz ve duyarsız duruşlarını sürdürmekte, karşımıza Türkiye doğası ve tarihi açısından son derece olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Bu karanlığın tek nedeni, doğanın ve tarihinin sınır tanımaz bir biçimde yağma ve talana açılması, ekonomik kurtuluş için doğanın bir hedef ve meta olarak görülmesi anlayışıdır.   

 

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN