Alışmak, dayak arsızı olmaktır

Alışmamamız lazım. Bir memleket göz göre göre uçuruma yuvarlanıyor, ama birileri “Şöyle bir yolsuzluk olmuş” deyip deşifre ederken beynim “Ha, öyle zaten, bu çok normal ki?” diyor. Memleketin geleceği ve hatta geçmişi çalınıyor; “It’s normal” diyor beynim. Artık kılım kıpırdamıyor, kanıksamışım, alışmışım…

 

EMİNE SUPÇİN

“Alışmak sevmekten daha zor geliyor,” diyen o eski parçayı bilirsiniz. (Aslında parça bana göre eski değil ama ben eskidiğim için o da eskimiş sayılır. Duyan da yüz yaşında olduğumu sanacak. Yok yok, yanlış anlaşılmasın bin yaşımdayım. Yoksa ne demeye daha asıl konuya giremeden kendi yaşını ifşa etmeye çalışan bir beynim olsun.)

Şarkının da dediği gibi alışmak, sevmekten hatta aşktan bile güçlü bir bağ oluşturuyor. Şu dokunduğu yere yapraklarından bile kök salabilen sarmaşıklar var ya hatta kimi zehirlidir bilirsiniz, işte onlara benziyor alışkanlık. Sadece bir iki denemeyle esiri olunan kötü alışkanlıklardan tutun da, içinde yaşadığınız ve öncesinde korkunç bulup sonrasında olağan karşılamaya başladığımız toplumsal olaylara kadar her şeye alışabiliyoruz.

Bir ara neredeyse her gün sosyal medyada paylaşılan şehit haberlerini anımsarsınız. Hatta bir arkadaşımı sırf bu haberleri paylaşımı yüzünden silmiştim. Diyeceksiniz ki neden? Şöyle: önce şehit haberi paylaşıyor ve hemen arkasından bir yerlerde eğlendiği şıkır şıkır fotoğrafı ekliyordu. Lan! Ben daha bir önceki haberin etkisinden kurtulamamışım, gözyaşlarım kurumamış, sen haberi sıradanlaştırıyorsun. Bu kadar kafası güzel olamazsın deyip koparmıştım bağı.

İnsan beyni her duruma er ya da geç uyumlanabilen bir yapıya sahip. Hayatta kalabilmesi buna bağlı. Yoksa ölümlerden sonra neden hayat devam ediyor gibi bir klişeye ayak uydursun?

Evliliklerdeki alışkanlıkları anlatırken kullanılan bir benzetme duymuştum eskiden. Diyordu ki konuşmacı, yıllar geçtikçe eşinizin bacağına dokunmak kendi bacağınıza dokunmak kadar sıradanlaşır. Eskisi gibi elektrik almak, heyecanlanmak biter. Fakat iş ayrılığa geldiğinde kendi bacağınız kesilmişçesine büyük bir acı çekersiniz. Duyduğum en güzel benzetmelerden biriydi. Yapraklarıyla bile her yere tutunabilen sarmaşık gibi işte.

Yaramazlığından ötürü (muhtemelen) evde sürekli şiddete maruz kalan çocukları düşünün. Bir süre sonra dayak onun için artık bir anlam ifade etmez. Hatta halk arasında “dayak arsızı olmuş bu çocuk” denir. Ve hatta o dayağı iletişim ve ilgi aracı olarak görmeye başladığını söyler psikologlar. Ne acı bir durumdur çocuk için ama bir gerçektir. Alışkanlık, kanıksamaktır ve hatta onu bırakamamaktır.

Nelere alışıyoruz?

Peki, biz nelere alışıyoruz hiç dikkat ettiniz mi?

Kadına şiddete?

Çocuk istismarına?

Yağmaya, talana?

Doğaya zulme?

Hırsızlığa, arsızlığa, yüzsüzlüğe?

Tarikatlara, onların nursuz şeyhlerine?

Hurafeye, aptallığa, özellikle yapılıyor olduğundan şüphe ettiğim, insanımızın işsiz, güçsüz bırakılıp yeteneksizliğe, beceriksizliğe evrilişine?

Kendimden pay biçerek söylüyorum, bir yerde rant adına oranın taşını toprağını, üstünde yaşayan ağacını ormanını yok etmeye başladıkları zaman anında o haberden uzaklaşıyorum. Çünkü içimden kopan çığlık bunları asla geri getiremeyeceğimiz söylüyor ve tipik bir Türk bilinciyle unutmaya yok saymaya başlıyorum. Devekuşu sendromu. (Böyle bir sendrom literatürde olmayabilir ama koysunlar bir zahmet. Çünkü toplumca çoğu konuda böyle yapıyoruz.)

Alışmamamız lazım. Sevdiğimiz bir şey değil bunlar. Bir memleket göz göre göre uçuruma yuvarlanıyor, ama birileri “Şöyle bir yolsuzluk olmuş” deyip afaki rakamlarla bunu deşifre ederken beynim “Ha, öyle zaten, bu çok normal ki?” diyor. Biliyoruz, çalıyorlar. Memleketin geleceği ve hatta geçmişi çalınıyor; “It’s normal” diyor beynim. Öyle şeyler yapılıyor zaten, yapıyorlar işte. Artık kılım kıpırdamıyor, kanıksamışım, alışmışım…

Tanrım!

Alışmışız!

Bilirsiniz, en hızlı alışan organımız burnumuzdur. En kötü ve en güzel kokulara anında alışır ve bir süre sonra algılamayı bırakır. Şu durumda leş gibi kokan bir ülke içindeyiz ama burnumuzun umurunda değil!

Alışmayalım lütfen… Yukarıda tek tek sıraladığım ve muhtemelen pek çoğunu unuttuğum (ki unuttuklarımız çoktan kabullendiklerimiz anlamına gelir) binlerce negatif durumlara alışmamamız gerekir. Memleketin yarısı varsın sussun ama biz susmayalım ve sakın alışmayalım…