Ağzın bozuksa düzenin de bozuk

Oğlanlardan biriydi. Yan tarafta oynamakta oldukları top bizim tarafa kaçmıştı ve topun peşinden gelirken… Dünya durdu. Oyun durdu. Gökyüzü karardı. Gece oldu. Karanlık çöktü. Dünya ile bağlantım koptu. Çünkü çok korkunç bir şey yaşanmıştı

 

 

EMİNE SUPÇİN

Dile takmış durumdayım. Geçen yazımda da söz ettiğim gibi dil eşittir kişinin kimliği. Ve bu kimlik oluşum sürecine de eğitim diyoruz. Şimdi işin içinde eğitimin de olduğu ve bizzat yaşadığım bir dil macerası anlatacağım size.

Küçüktüm, ufacık; diye başlasam!…Yok yok, “İlkin her şey bir toz bulutuydu” diyerek başlamayacağım. Onu, HaberTürk’te kendisine soru sorulmasını istemeyenler yapıyor. 🙂

Neyse… İşte o ufacık yıllarımda Almanya’da bir Alman okulunda henüz ikinci sınıf olan ve henüz Almanya’ya gelmiş ve zerre Almanca bilmeden bir Alman okuluna kaydı yaptırılmış benceğizin çocukluk hikayesi.

Her hafta başlangıcında okul önünde toplanırdık ve okul müdürü hanım çok ciddi konuşmalar yapardı. Ne dediğini anlamazdım ama o çok önemli şeyler söylediğini, tipik Alman duruşuyla sezdirirdi.

Ortam yabancı, çocuklar yabancı, dil yabancı. Üstelik elektriğin bile olmadığı bir köyden, senin ülkenden en az 50 yıl ötede bir ülkenin en gelişmiş şehri Frankfurt’un göbeğine düşmüşsün. İlk zamanlar harbi zordu. Fakat bilirsiniz, çocuklar dili çok kısa sürede öğrenirler. Dili de dersleri de o yıl kaptım. Okul müdürümüzün o ilk zamanlarda anlamadığım ama ciddiyetini iliklerime kadar hissettiğim söylevi, birbirimize karşı daima nazik bir dil kullanmamız ve özellikle asla küfretmememiz üzerineydi. Üstelik bu konuda hepimiz birbirimizden sorumluyduk. Yani biri küfrederse herkes yanar gibi bir ima oluşuyordu. Ve açıkça küfredenin okulda atılacağını söylüyordu. Her hafta konuşma mutlaka bu uyarı ile bitiyordu.

İkinci sınıf, üçüncü sınıf hatta dört derken artık hem Almancayı hem de okulun temel kuralını çok iyi biliyordum. Ağzından kötü söz çıkamaz. Yoksa okuldan atılırsın. Bu herkes için geçerliydi. Almanmış Türkmüş, İtalyanmış hiçbir ayrım yoktu. Kötü söz mü söyledin, anında ensenden tutup atarlardı. Anne babam da küfretmeyen insanlar olduğu için ne kötü söz ne de küfür kulaklarıma değmiyordu.

Sonra Almanya’nın girdiği ekonomik kriz işçi olarak çalışan benim ailemi de vurdu ve ilkokul 4’ün bitmesine ramak kala döndük. Türkiye’ye; hala elektriğin icadından bile haberdar olmayan, kelimenin tam anlamıyla mağara döneminden tarımsal hayata henüz geçmiş köyümüze döndük.

Babam tuttu elimden ilkokula götürdü. Tanıdık okul müdürümüz kaldığım yerden devam edip edemeyeceğime, sorduğu birkaç soruyla karar verdi ve ben birinci sınıfı birlikte okuduğum arkadaşlarımla aynı sınıfa devam etmeye başladım.

Evet aynı sınıftaydık fakat ben aynı değildim. Sıkı Alman eğitiminden gelmiştim. Bu yüzden öğretmenimizin aynı zamanda çiftçilik yapması sebebiyle, her ilk derse hep geç gelişini anlayamamıştım. Bazı derslerimizin saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde geçmesini de tuhaf bulduğumu anımsıyorum. Sınıfta masasından hiç kalkmayışı, beden eğitimi derslerinde bizimle hiç dışarı çıkmayışı, sık sık yaramazların ellerini sağlam bir sopayla kızartışı vs… Almanya’da hiç tanık olmadığım ve olabilmesi olasılığının bile düşünülemeyeceği bir yaşantı ve sözüm ona eğitim…

Okula başladığımın ikinci ya da üçüncü günü olmalı, teneffüs arasındaydık ve seksek oyunu oynuyorduk. İnanın okulun neresinde olduğumuzu ve yere çizdiğimiz çizgilere kadar hepsini anımsıyorum. Çünkü o esnada bir travma geçirdim ben.

Oğlanlardan biriydi. Yan tarafta oynamakta oldukları top bizim tarafa kaçmıştı ve topun peşinden gelirken, topa vuran arkadaşına yönelik, “Ben senin atacağın pasın ta ebesini…..” diyen bir küfrü savurdu geçti.

Dünya durdu. Oyun durdu. Gökyüzü karardı. Gece oldu. Karanlık çöktü. Dünya ile bağlantım koptu. Çünkü çok korkunç bir şey yaşanmıştı. Ağzından kötü söz çıkmıştı o çocuğun. Birazdan her yere polisler doluşacak, çocuğu yaka paça götürecekler ve okuldan atılacaktı. Ve ben tüm bunlar olurken nereye saklanacağımı, nasıl pozisyon alacağımı bilmiyordum.  

Ne kadar zaman geçti anımsamıyorum çünkü öğle arası teneffüsüydü ve uzundu. Bir süre sonra dayımın kızı, sınıf arkadaşımın “Emine, Emine,” diyerek beni sarsmasıyla kendime geldim ve kocaman gözlerle “Küfretti, duydun mu?” dedim. Olabildiğince normal bir tonla, “Evet onun ağzı bozuktur, ne oldu, sana demedi ki,” dedi. “Okuldan atılacak,” dedim. Dayımın kızı yerlere yattı gülmekten. “Bundan ötürü okuldan atılmaz kızım, kalk haydi oyunumuza devam edelim,” dedi.

Oyunumuza devam ettik ama ben şok içindeydim. Bu kadar kötü bir söz ağzından çıkmış öğrencinin okulda kalması ve herkesin bunu olağan karşılaması?.. Ben nereye gelmiştim? Bu insanlar kimdi? Bu okul?..

Sonra…

Sonrası bugünümüz. Küfrün, hakaretin, ağzı bozukluğun ve tüm bunlarla birlikte bir bozuk düzenin içindeyiz. Kimse kimseye hakaret ettiği için veya küfrettiği için okuldan atılmıyor. Oysa okuldan atılması gerekenler önlerine gelene, ağza alınmayacak sözler ediyorlar, ölüm tehditleri savruluyor. Hak hukuk mu, hak getire.

Evet evet, Almanlar bizi bu kadar güzel küfredebildiğimiz için kıskanıyorlardır. Düzey bakımından bu kadar mağmaya yaklaştığımız için, bu denli banalleşebildiğimiz için…

Şu gün trafikte birbirine babalananlara bakınız. Aynı ağız. Çocuklara bakınız, aynı ağız. Biz hala küfrediyoruz. Ve tam da layık olduğumuz küfürbazlarla yönetiliyoruz! Önce halk değişecek. Önce ben, sen, biz değişeceğiz ve biz isteyeceğiz hukuku, adaleti, laikliği, eşitliği…

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN