Ağrı’nın kucakladığı şehir

Keskin bir acıyla köyleri tek tek dolanıyorum. Beynimin içinde gürültülü bir kalabalık ama yalnızlaşıyorum sözcüklerin içinde. Ülkedeki bütün kavak ağaçlarının fotoğrafları sergilense, Iğdır’a ait olanı fotoğraftan tanırım.

FATMA ARAS

Iğdır’ın yolları daşdı
Menim yarim (ay balam) galem gaştı
Niye menden uzaklaşdı
Harda galdı ay balam menim yarim
Gara gözüm ay balam vefakarım

Sular gelir aka aka
Men galmışam (ay balam) baka baka
İndi gele burdan çıka
Menim ela gözlü yarim

Iğdır’ın yolları beşem
Gözlemektir (ay balam) yâri peşem
Üç ay oldu görmemişem
Harda galdı ay balam menim yarim
Gara gözlüm ay balam vefakarım

 (Kaynak: Turan Zorlu)

İnsan dediğin yol ve hikayelerden ibarettir” diye güzel bir söz var. Iğdır ve yöresine ait türküler bir tarihin mirasını saklıyor. Son zamanlarda türküler ve öyküleri ile kurduğum ilişki benim ata toprağımla olan bağımı pekiştirdi, bir yarımın hep orada kaldığının bilincine vardım.

Yazar-şair-eleştirmen Veysel Çolak’ın “ Bir Kente Nereden Girilir” adlı kitabından esinlenerek, Iğdır’a, ata ocağıma nereden girilir arayışına yöneldim.

Kimi manilerle, kimi türkülerle girer; ben de göğü üstüme alıp şiirlerimde giriyorum doğduğum o toprağa…

Dünyaya Kıyı 

Günler hep diken avcumda
salıyorum kendimi Iğdır’ın boranına
yaban bir sızıya ağlıyor içim
tozdan sokaklarda zaman çivili hırka
karanlık çağ, karanlık kış, ama
çocukluk bir tutku sırtımda 

Dumanlıydım Ağrı’yı alıp giderken
rüzgardandı dinlediğim şarkı
sancılı toprak, çatlayan gövdem
bu kent şimdi naylon bir bebek
ayaklandı kederim sizler bağları örttü. 

Dolandı kendi kıyımda gözlerim
şimdi eski rengimi gösteren aynalar sırsız
sesim silik, aklım gezgin
yarıldım kendime doğdum
artık şiir verecek size

Keskin bir acıyla köyleri tek tek dolanıyorum. Beynimin içinde gürültülü bir kalabalık ama yalnızlaşıyorum sözcüklerin içinde. Ülkedeki bütün kavak ağaçlarının fotoğrafları sergilense, Iğdır’a ait olanı fotoğraftan tanırım.

aras şehrin bereketi, ağrı şehrin çatısı

Iğdır deyince aklıma gelen, sürekli bir toplumsal gelişme oluyor. Ülkemizde doğunun en uç noktasında verimli ovasıyla bölgedeki diğer kentlerden ayrı bir yeri var. Kuzeyinde Aras Nehri şehrin bereketi, güneyinde Ağrı Dağı şehrin çatısı gibi. İran, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti ve Erivan üç ülkeyle kucaklaşan Iğdır, doğanın armağan ettiği cennetten bir köşe. Yöre halkı Iğdır adını “İydir” olarak da telaffuz ediyor.

Iğdır sözcüğü 24 Oğuz boyundan birinin adı ve  “İyilik, yiğitlik, ululuk, büyüklük, bahadırlık” anlamına geliyor. Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Deniz Han’ın dört oğlundan en büyüğü Iğdır Bey’in adıdır.

Iğdır’a girdiğinizde Sürmeli Çukuru’nun bereketli toprakları ve ihtişamıyla Ağrı dağı sizi karşılar. Şehir merkezinde Ağrı Dağı’nın buğulu bakışlarının sizi sürekli izlediğini duyumsarsınız. Bu derin duyumsama Ağrıya tırmanış gibidir. Öyle bir aşk ki şiire dökülürken dikenli bir tenle buluşturuyor beni…

“Bir yankıdır Ağrı’dan kalkan duman
İnce ince yol çiziyor üç ülke eteğinde
Gölgem saklambaç oynuyor ebe/siz
Düşlerimle tek soluk oluyorum doğuda
Onunla parlatırım yüreğimde lal yakut”
nuh’un fideleriyle yeşeren bir kent

Bir rivayete göre Melekli adını, Ani’yi fethederken bir süre burada konaklayan Melikşah’tan almış.

 

Ağrı Dağı’ndan bakıldığı zaman yeşil bir vadi karşılar sizi. Bu yeşilliğin ortasında, son günlerde adından sık söz ettiren Melekli Beldesi var. Nuh’un fideleriyle yeşeren bir kent diye de bilinir. Beldenin her sokağından baktığınızda, Ağrı dağı heybetiyle karşınızda durur. Bu dağın eteğinde, Urartular, Medler, Hurriler, Persler, İlhanlılar, Oğuzlar, Moğollar, Sakalar, Arsaklılar, Karakoyunlular, Timurlar, Akkoyunlular ve Selçuklular gibi pek çok uygarlığın kuruluşuna ve yıkılışına şahit olan Ağrı Dağı kollarını açsa Melekli beldesini kucaklayacak. Bir rivayete göre, Selçuklu Hükümdarı Melik Şah, Ani’yi fethederken burada konuklamış ve belde adını Melik Şah’tan (Melikli) almış. Zamanla kayıtlara Melekli olarak geçmiş.

Iğdır merkeze 5 km mesafedeki bu güzel kent önceleri bağlarıyla, kavunu, karpuzuyla ünlüydü.  Şimdi yeni gelişmelerle turizme açık bir kent aydın gençleriyle biliniyor… İnsan büyük şehirde, kasabada birbirinden habersiz yaşar ama başka bir kentte karşılaşırsa akrabası gibi sarılır. Bu uzaklığı kalbimde bir su damlası gibi kendimle taşımışım çocukluğumdan beri. Iğdır ve bütün köyleri kendi ata ocağım gibi…

melekli’de göze ilişen her şey şiir gibi

Bu beldede doğup büyüyen araştırmacı yazar Coşkun Oğuz babadan kalma evini herkesin gezip görebileceği bir sanat atölyesine çevirdi. Iğdır yöresinde “Ata Ocağı” diye adlandırılan dededen kalma evler kutsal miras olarak kabul edilir. Çünkü bu evler gelecekte bu haneden başka şehirlere dağılan ailenin bir araya geleceği mekân olarak düşünülür. Coşkun Oğuz, Ata Ocağı’na kimyasını da katmış. Iğdır yöresinde ilklere adını yazdırdı. Köyün geçmişini yansıtan önemli ev eşyalarının sergilendiği gezmeye değer bir yer. İçerisinde Iğdır yöresine ait biblo, hediyelik eşya ve heykellerin üretildiği bir de sanat atölyesi yer alıyor. Ayrıca Iğdır yöresi ve Türk boylarının giyim kuşamı, ev eşyası, halılar, tarım aletleri, nazarlıklar, bu bölgede yaşamış birçok uygarlığın izini yansıtan objeler sergileniyor.

Coşkun Oğuz, Ata Ocağı’na kimyasını da katmış. Iğdır yöresinde ilklere adını yazdırdı.

Ata Ocağına sığmayan Coşkun Oğuz, farklı objeleri sanat sokağına taşmış. Önceki yazımda dağdan alınan taşlarla kurulan şehrin o şehrin dağ gibi uzun ömürlü olacağına inanıldığından, Ağrıdan getirilen taşın kutsallığından söz etmiştim. Yörede olduğu gibi Sanat Sokağında inşa edilen Şairler Çeşmesinin temeline de Ağrı dağından getirilen taşlar yerleştirilmiş. Buralar hakkında ürün veren yazarların, şairlerin ve Türk şiirine emeği geçenlerin adları yaldızlı bir levhada Melekli’nin havasını soluyor.

Karakoyunlular döneminden kalma koçbaşı mezar taşlarının sergilendiği bir açık hava müzesi de hemen Sanat Sokağının yanı başında. Göze ilişen her şey şiir gibi… Son yıllardaki gerilimi de yaşayan kent barışı da Ata Ocağında ağırlıyor. Bundan dolayı, her yıl 21 Mart Nevruz ateşi bu meydanda muhteşem bir şölenle kutlanıyor. Sokaklar ressamların fırçalarıyla, mozaikleriyle ürettikleri duvar resimleriyle ışıltılar saçıyor.

rüzgâr bile fısıldıyor ağrımı

Melekli de bir de yürüyüş parkuru var. Bu parkura “Nuh’un İzinde Gezi Parkuru” gibi çok hoş bir isim verilmiş. Bu rota yılın on bir ayı yürümek için uygun. Ama ilkbaharın yeşili ve sonbaharın sarı renk cümbüşünün yaşandığı dönemlerin büyüsü bambaşka. Yürümenin yanı sıra fayton, bisiklet, at ve römorklu taşıtlarla her yaş gurubunun tadını çıkarabileceği bir parkur burası.

Sanat sokağına paralel düşen parkur, bitki çeşitliliğiyle ve güzelliğiyle cennete benzetilen İrem bağlarının içinden başlıyor. Bölgeye özgü bitki örtüsü ve bu doğada yaşayan hayvanlar parkura müthiş bir güzellik katıyor. Yol boyunca yörenin zengin tarihini sergileyen taş devri mağaraları, Urartu mezarları, kale kalıntıları tarih içinde yolculuk hissi veriyor. Yol üstündeki ilginç şekilli kaya oluşumlarının Zaloğlu Rüstem’le devlerin savaşını betimlediği rivayet ediliyor. Kültepe dolayında çölleşmiş bir alanın ortasındaki yalnız ağaç “hayat ağacı” olarak kabul edilmiş. Dallarında rengarenk dilek çaputları, boncuklarıyla bu ağaç kutsal görülüyor ve ona su taşımak sevap sayılıyor. Yakınlardaki “delikli taş” da bölge halkının kutsallarından.  Delikten üç kez geçenin dileğinin gerçekleşeceğine inanılıyor. Bu bölge halkı efsanelerle yaşamını bütünlemiş… Parkurun sonunda görkemli Ağrı Dağı Milli Parkına ulaşılıyor. Dağcılar parkuru Ağrı’nın zirvesine kadar uzatabilirler.

Her yıl 21 Mart Nevruz ateşi bu meydanda muhteşem bir şölenle kutlanıyor.

Ama Ağrı Dağı benim için bambaşka anlamlar taşıyor. Ne zaman Ağrı Dağından söz edilse ağrıma ağrı karışıyor. Acılardan ödünç aldığım sözcükler:

Ağrı

Hasretim doruklarda, tutkundum geçmişime
Ömrümden bir gün alırdım sabırsız
Sevincimle giderdim
Kalbimin gümbürtüsü dalımı döverken
Dönüp dönüp duruyordum gecenin ortasında
Yağmura karışırdım, yürüdüğüm sokakta
Elimde mineli bıçak
Sürmeli çukurunu yüreğime kazırdım
Sancım başlar, ova üstüme gelirdi
Her şeyini kaybetmiş yarı yoksun
Bende çiçek, bende çağlar kururdu

Sabah ateş, akşam duman olmuştum
Hatıraları öpüp sessiz koynuma koydum
Güneş gitti, nefesim kırağı
Toprak örtülü evlerde uyudum
Sevgili, alamadım sende kalan yanımı

Unutmadım, beni gözsüz bir odada doğurdular
Çığlığım dünyaya düştü
Duyun işte
Rüzgâr bile fısıldıyor ağrımı

PAYLAŞMAK İÇİN