40 Kuşağı’nın ortak damarı

Rıfat Ilgaz’ın çocuklara yönelişi ve çocuklar için yazmış olmasının temelinde öğretmenliği yatar. Belki de bu onu, kuşaktaşlarından ayıran, belli başlı en özgün yanı. Dahası, kaçak göçek yaşamak zorunda bırakıldığı zamanlarında, çocuklarından uzak bir babanın hasretini dile getirişi olarak da görmek mümkün.

ALİ EKBER ATAŞ

“elim ılgaz’a değse
içimde buzlar erir
boşa gitmez sıcaklığın
rıfatlıklar bize kalır”
 

Toplumsalcı Türk Şiiri’nin yasaklı ustalarından. Eli yüzü tebeşir tozu içinde. Karatahta başında, tebeşir kokulu sınıflardan hayata akan sözler biriktiriyor. Evinin dışında, eşinden, çocuklarından uzak, yaşamak zorunda bırakıldığı üç yeri oldu:

Köşe bucak aranırken, polisleri atlattığı sokaklar.. Hapishaneler.. Ve Sanatoryumlar (hastaneler)…

“Karartma Geceleri”, adıyla yayımlanan romanı, köşe bucak arandığı yaşamının özeti gibi. Aynı adla senaryolaştırılan film, pek çok dalda ödül aldı. Anadolu’yu, Anadolu yapan kardeşliğine eğildi eserlerinde. Bugün, yaşadıklarımıza bakılırsa binlerce yıllık kardeşliğimizin çivisini söktüler. Zıvanasız geçmelere döndük.

“Pijamalılar” (Bizim Koğuş) adlı romanı, Rıfat Ilgaz’ın yaşamöyküsüdür. Kendi deyimiyle “yürek İşçisi” Rıfat Ilgaz’ın, en sevdiği yapıtıdır. Hayatın zorlukları, yönetimin adaletsizliğine karşı olağanüstü direnen yoksul insanların öykülerini anlatılır.  

Eser, yüzlerce hastanın umutla verdiği yaşam savaşımının mizahi bir dille anlatıldığı, dram yüklü hastane hayatlarının bir güldürüsü adeta. Edebi bir tür olarak, salt bizde değil, dünya edebiyatında da az rastlanır nitelikte bir eser olduğuna vurgu yapılır eleştirmenlerce. Hepsinin bir arada, iç içe yaşandığı durumlardaki yoksul insanları çarpıcı bir biçimde çizip önümüze koyduğu portrelerin romanıdır “Pijamalılar”.

Yapıtın, eleştirmenlerce toplumsal yergi türüne örnek gösterilmesi, yazarının da mizahçı kişiliğinin haklı bir kanıtı. İyi bir gözlemci, ciddi bir sosyal antropolog ve toplumbilimci niteliklerini de unutmamalı. 

dramların iç içeliği…

Toplumsalcı Hümanist Türk Yazını’nın çınarı Rıfat Ilgaz’ın yaşamöyküsü, bir trajediler toplamı değildir. Çeşitli dramların (kaçak göçek yaşam, gözaltılar, işkenceler, hapislikler, hastaneler-sanatoryumlar, sürgünler) iç içe geçtiği yaşamların toplamıdır. “Bilsem ki” adlı şiiri, çocuklarından, ailesinden ayrı ve uzakta yaşadığı yılların, bir iç hesaplaşmasıdır:

“Bu ayaklar benden hesap soracak,
Bir düşüncenin peşinden dolaştırdım
Sokak sokak.
Bu baş, bu eğilmez baş da öyle…
Bazı sarhoş, bazı yorgun
Her zaman bir yastığa hasret!
Bu ciğer de hesap soracak,
Esirgedim, güneşini, havasını.
Bu ağız, bu dişler, bu mide…
Ne ikram edebilirim ki bol keseden!
Bu bilekler de hesap soracak,
Göz yumdum çektikleri eziyete.
Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede;
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi,
Bilsem ki suç bende!..”

“Parmaklığın Ötesinden”, adlı şiirinde, sanatoryumlar, hastaneler ve hapishane hücresinde geçirdiği zor günlerin havası duyurulur:

“İnsanları alabildiğine sevmeyi,
Bırakmazlar yanına.
Böyle çekersin cezasını
Üç duvar, bir kapı arasında;
Onlardan ayrı
Böyle onlardan uzak.
Yasak sana, boylu boyunca sokaklar,
Bahçeler, yalı kahveleri.
Dostlara şimdi mektup değil,
Bir selam yasak!
Kapılar demir sürgülü, çifte kilitli,
Kapalı, hürriyete giden yollar;
İçerdeki içerde mahzun,
Dışardaki dışarda.
Burada her şey sade:
Ekmek ve su, düşünceler…”

İç boğuşmaları odağına alan. Kendini odaklaştıran bireyin şiiri de değildir Ilgaz’ın şiiri. Zihin bulanıklığından, söz oyunlarından uzak, yalın, hayatla bağları güçlü, insanla yaşayandır şiiri; anlamsızlığın, anlaşılmaz olanın sözü değil. Sözcükler ne derece yalınsa, anlam o değin derinleşir.

“Dil, gitgide yalınlaşır, açık ve akıcı bir nitelik kazanır. Tanıdığı çevrelerin insanlarını, onların duyguları, özlemleri ve çelişkilerini, yine onların diliyle yansıtır şiire; yerine göre halk deyimlerinden de yararlanır…” (S. Tanilli).

İnsan gerçekliğimiz, Toplumsalcı Gerçekçi (sosyalist) bakışla ele alınmış. Halkla iç içe. Bütün yapıtlarındaki kahramanlar, toplumsal yaşamın acı gerçeklerinin simgesi. Toplumun özneleşen varlıkları. Karakterler, olay ve olgular, olayların geçtiği çevre, Toplumsalcı Gerçekçi düşünce estetiği içinde şiirleştirilmiş. Şiirinin kaynağı yaşam ve insandır. Kahramanları herkes. Şiirlerinde, Sezer Tansuğ’un; “Çocuklar, ustalığın zahmetini çekmeden birer usta gibi yaparlar resimlerini” dediği, saflık dolu bir dünya yansır.

Çağdaş resmin öncülerinden “Henry Matisse (Madam Matisse, “Yeşil Çizgi-La Raie Verte” 1905; Kırmızı Oda, 1908; Dans, 1909), Miro (Carnival of Harlequin, Print-1924-1925, Painting “Sonnens”, Painting “Daybreak”, Painting of Rooster “Le Coq”), Kandinsky (Kompozisyon/Composition VII, 1913; “Composition VIII”, 1923; Composition IV, 1911; Black Spot I, 1912; On White II, 1923), Vazarelly (Silkscreen, Zebras, 1965; Serigraph, The Golfer; ), Picasso (The Dog; The Camel; Dove of Peace; Visage De La Paix; Toros Y Toreros), Braque (A tire daile, 1955; Brown Still Life, 1932, Ceiling in the Louvre, 1952, Hades, 1962,)” gibi ressamlardan yansıyan çocuksu saflığın usta işi anlatımı neyse, Rıfat Ilgaz’daki çarpıcı yalınlık o.

yalınlığın ardındaki…

Yalın olana yöneliş, her çağın, dönem dönem yaşadığı sorunlar ve sıkışıklıkları aşmak için, özellikle sanat, edebiyat, şiir, felsefe ve düşün alanlarında başvurduğu yollardan biridir. Popülerliğin arttığı, popülist kültürün yazılı ve görsel iletişim ağını (medya) ele geçirdiği bu dönemlerde, sanat kendini bir sorgulamadan geçirir. Kolaycılığa kaçmadan, popülerliğe düşmeden, felsefenin olanakları içinde yeniden bir temellendirilmeye girişir. Her çağ ve dönemde bu değer ve kavramların kendini yenilemelerinin asıl nedeni, yalın oluşlarının ardında, yaşamsal birikim, düşünsel derinlik, tarihsellik ve devrimci öze sahip olmalarıdır. Yunus Emre, Pir Sultan, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel, Mahzuni, Neşet Ertaş… yalın dilli Halk ozanlarıdır örneğin. Pir Sultan’ın türkülerini dinleyen, Yunus’un dizelerini okuyan kimse karamsar ve umutsuzluğa kapılmaz. Pir Sultan’ın devrimci, Yunus’un insancı kimliğinin izleri yansır kişiliğinde. Bu özelliklerini yalnız kendilerinde değil, karşısındakilerde de yaratır. Kısacası yer, zaman, mekân, tarih, uzam, kültür gibi kavramlar, yalınlığı derinleştiren kavramlardır.

Sosyalist bir devrimci şair olarak Ilgaz, dünya görüşünün ona kazandırdığı kültür insanı kimliği, geniş düşünce görünüğü (perspektiv) içinde, baktığını görebilme yetisiyle, “yalın” olandaki derinliği yakalamasını bildi. Basit olana kaçmadan. Sokağa düşüp “laubaliliğe” bulaşmadan, ama halk ağzını da ıskalamadan yaptı bütün bunları. Biçim üstünde bilinçli olarak durmamıştır. Küçük yaşlarda, Türkçeye ne derece hâkim bir çocuk olduğunu, daha o dönem yazdığı şiirlerinden biliyoruz. Biçim öğesi aranmak isteniyorsa eğer, onun 1936-40 yılları arası yazdığı (Çığır, Yücel, Oluş, Varlık’ta yayımlanan şiirlerinde kullandığı sözcükler, dilimizde yaşayan sözcükleridir hâlâ) ve kitaplarına almadığı ilk şiirlerine göz atılması yeterlidir. Doğasından gelen yetenek ve üstün sezgi gücü, biçimi, daha çocuk yaşlarda kavrayıp kullanmasını öğretmişti ona. Sonraları, biçim arayışlarına girişmedi hiç. Kısası, öz ve niteliğin peşindeydi.

Ilgaz’da yoksullar, işsizler, sahipsizler…

İnsan ve emek sömürüsüne karşı, evrensel bir savaşım verdi. Yerel ve ulusal değerleri, evrensel olana taşıdı. Halktan kopmadı. Onların sorunlarına eğilmesi, toplumsal duyarlığı, ulusal bilinci gelişkin, evrensel olanın peşinde bir şair kimliğinin sonucudur. 1940 yılında “Yeni İnsanlık” dergisinde yazdığı “Bu Memleket Böyle Ağlar” başlıklı yazısı, bunun güzel bir örneğidir. Bununla yetinmez:

Meyhanecinin kazanç vergisi, Garson Nuri’nin Nüfustaki işi, Maarif’teki Mürteza Efendi’yi, boşta gezen Ali Bey’i, Belediye tahsildarı Ahmet’i, Evkaf’tan ayrılan Niyazi’yi, her ay mektebinin yolunu değiştiren Reşat’ı (Yarenlik).. Fabrikada “Kasnağından fırlayan kayışa” kolunu kaptıran işçiyi (Alişim).. Sahipsiz ölen insanları: “Üzülme, gelmiyor diye çelenkler peşinden/mevsimsiz oldu ölümün…”.. İşsizliğin boynunu büktüğü yoksulları: “Böyle gitmez bu işler,/gün gelir bir baltaya sap olursun” (Son Sigara)..

İş bulabildiğinde, yeri geldi karın tokluğuna, gün oldu, eve götürecek bir ekmek parası uğruna saatlerce çalışmak zorunda kalan yoksul insanları anlattı hep. Yalnızca bunlar değildi şiirlerinde dile getirilen:

“Bir çift ayakkabın yok/Boşta mısın, hayır!
İşin ıvır zıvır iş mi?
Kim demiş!
On saat ayak üstünde
Dizlerine kara su iner.
Yaz demez kış demez,
Savurursun balyozu
Kan ter içinde.” (Senin Neyin Eksik?)

sorgulanan aydın…

Böyle bir yaşamın şairi, aydınları sorgulayabilecek yetkinlikte ve bu soruyu hakkıyla sorabileceklerden de başında gelir elbet. Çünkü onun yaşamı ve yapıp ettikleri, tam da düşündüğümüz “aydın” kimliğinin, halk damarından bir seçkin örneği. Enver Gökçe’nin “Nasıl yaşıyorsan/Öyle düşünüyorsun…” dediği türden:

“(…)

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol.

(…)

Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol.

(…)

Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol” 

diyerek aydınları sorgular “Aydın mısın?” (Karakılçık, 1968)

Şiiri halkın yaşayışı ve gerçeklikleri üstüne kurmuştur. Şiir gibi bir üst dili, değerinden, özünden uzaklaştırmayıp ama şiirselliğe ağdıran bir ustalık. Kaynağında, onun şiiri olgular, durumlar, gerçeklikler şiiridir. Varsayımlar, söz oyunları, soyut kurgular, kuru, bol mecazlı, yoğun imgesellik yüklü, sözcük parçalanmaları yok şiirinin alfabesinde. Önemi de burada. Sırtını somut gerçeklere yaslar. Gücünü yalın halk söyleyişinden alır. Ana teması yaşam, konusu insan ve insanın halleridir. Kendi şiir estetiğini, insancı sosyalist dünya görüşüyle biçimlendirmiş, yeni bir öz ve söyleyiş güzelliği yaratmıştır. Biçim açısından, güzellik biliminin (estetik) mükemmelliğini aramadığı kesin. Ne Halk şiirinin hece ölçüsünde diretmiş yazmak için, ne de Divan şiiri kalıplarının değişmez tekrarlarına düşmüş. Şiirlerinin biçimsel kurgusu, dize istiflenişi, yan yana dizilişleri, uzunluk ve kısalıkları, biçimsel yapısındaki dağınık duruşları, onun yaşamının özeti gibidir. Dönemin ağır koşulları, baskılarla savrulan yaşamın derin izleri, içeriğinde olduğu gibi şiirinin biçimselliğine de yansımış. Ayrıca, aynı diziliş biçiminde bilinçli ve bilerek bir kural dışılığı seçmiş olmasını da,  unutmamalı.

Şiirlerinde, bağırmayan, ama yüksek ideallerin ustalığı alçakgönüllü üretkenliği hoşgörüyle birleştiren sesini duyarız. Modern kent yaşamının sorunlarıyla boğuşan insanların yöresel müziklerinden esinler/ezgiler eşlik eder bu sese. Ağırbaşlı seslenişinde, dervişçe bir hoşgörü edası gülümser hepimize. İdealler, diri, yalın halk deyim ve terimleriyle pekiştiren bir söylem duruluğu içinde. Dili kullanmadaki ustalığı, çocuk yaşlarda doğasından gelen yeteneğinin bir ürünü. Yıpratıcı dönemlerden geçmiştir. Yaşayarak biriktirdiklerine, uzun erimli deneyimlerini eklemesi, bu ustalığını geliştirmiş. Geniş halk ekini ve dilindeki zenginlikler, öz olarak şiirini beslemiş, kendine özgü şiir dilini yaratmasında etkili olmuştur. Bütün bunlar onun, çok güçlü bir damardan geldiğini ve şiirini sağlam temeller üzerine inşa ettiğini gösterir.

son olarak: 1940 Kuşağı’nın Ortak ‘Damar’ı…

Rıfat Ilgaz şiiri, Nâzım Hikmet’in açtığı çığırda ilerleyişi, bu kanaldan beslenişi ve aynı kuşak şairleriyle, ister söyleyiş, ister şiirsel temalar ve isterse aynı konular çevresinde buluşsunlar, kendi özgün şiiri ve kendine özgülüğü ile diğerlerinden, ayrılıp kendi yatağında ilerleyen bir ırmağa dönüşür. Bir önemli yanı da; toplumsal duyarlığı gelişkin her sanatçı gibi, geleceğin toplumuna, bilinçle kurduğu bütün yaşamı boyunca, mücadelesini verdiği savaşsız, sömürüsüz bir dünya için yaşaması ve yazmış olmasıdır. İnsancı ve devrimci bir sosyalist olarak buna inandı. Bu anlamda, temele insanı alması, çocukları düşünerek yazmasından daha doğal ne olabilirdi ki!

Çocuklar, gençler, öğrenciler onun yaşam kaynağı, yol arkadaşı, hatta öğrencisiyle birlikte, bileklerinden zincire vurulup götürüldüğü yer oldu hapishane. Belki de bunu yaşayan dünyadaki ilk şair Rıfat Ilgaz:

“Bir liseli talebeyle vuruldu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire.
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar suç ortağınız!” (Bu da Bir Özgürlük Şiiri).

Remzi adlı şiirinde Ilgaz, çalışma hayatının ağır koşulları içinde çalıştırılan okul çağı çocuklarının dram yüklü yaşamlarını anlatır:

Komşularına su taşımaktan annesi işe gidince kardeşinin beşiğini sallayana, piyasada olup bitenleri bileninden karaborsa zamanlarında nelerin döndüğünden haberdar olanına, mahallelinin uyuz hastalığına yarayan kükürdü Mısır Çarşı’ndan bulup getireninden “folluğa yeni düşmüş yumurtayı” bulup da cılız çocuklar yedirenine, doktorun, dişçinin en insaflısını bulup komşularına salık veren “Remzi’nin/Remzilerin, kara tahta başında yüzlerini kızartan sebeplerini bilen şair, Remzilere seslenir:

“Benim bilgili becerikli çocuğum,
Kalktığın zaman tahtaya
Yüzünün kızarması neden?
Ayağında sağlam pabuç
Sırtında bir ceket yok diye mi?
Ne var bunda sıkılacak,
Utanmak bize düşer çocuğum!
Eğer çalışmadığın içinse,
Bildiklerin sana yeter,
Notun önceden verilmiş,
Bilmediğin şahıs zamirleri olsun!”

Sınıfta öğretemedikleri de değil şairi öğrencilerini okumaktan alıp sokaklara çıkmak zorunda bırakan; karın tokluğuna ağır işlerde çalıştırılması, yoksulluğun vurduğu Bu onu, anlaşılır kılan en temel özelliğidir. Kısası, 1940 Kuşağı’nın hemen hepsinde ortak “damardır” bu.

Rıfat Ilgaz’ın çocuklara yönelişi ve çocuklar için yazmış olmasının temelinde öğretmenliği yatar. Belki de bu onu, kuşaktaşlarından ayıran, belli başlı en özgün yanı. Dahası, kaçak göçek yaşamak zorunda bırakıldığı zamanlarında, çocuklarından uzak bir babanın hasretini dile getirişi olarak da görmek mümkün, bu yanını:

“Sınıfın ozanıyım, mimli.
Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü.
Kim ne derse desin çocuklar için yazdım ben.”

diyen bir baba ve öğretmen Rıfat Ilgaz…

Bitti

Kaynak:

  1. Bursa Cezaevinden Va-Nu’lara Mektuplar, 1970, s. 55
  2. “Rıfat Ilgaz”, Asım Bezirci (Çınar Yayınları 4. Basım).
  3. a. g. y.

PAYLAŞMAK İÇİN