27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir

Kırk yıldır hâlâ, sabah akşam, her imkânda, her gazetede, her televizyonda 27 Mayıs’ı karalamak, unutturmak, bunun tekrar yapılabilir olduğunu çürütmek için uğraşıyorlar. Ben de yıllardır, “27 Mayıs’ı yapanlardanım,” diyorum. “Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde her zaman yapılır.”

( Eskimiyen’in notu: Bu röportaj sevgili ve çok değerli hocamız Prof. Dr. Yalçın Küçük Silivri zındanında yatarken, Aydınlık Kitap Eki’nin 24 Mayıs 2013 tarihli 63. sayısında yayımlanmıştı. Röportajın hemen her tümcesi başlık atılabilir nitelikte doluluktaydı. Tarihsel gerici blokun 27 Mayıs’a her zamanki kin ve nefret dolu anlaşılabilir saldırısına Kılıçdaroğlu CHP’sinin de eklenmesiyle 27 Mayıs 1960 İhtilali karartıldıkça karartıldı. İşte bu röportaj sadece gerçeğe, bilmeye ve aydınlanmaya hizmet ediyor. Yeniden yayımlarken, 27 Mayıs gerçeğinin herkes tarafından en net anlaşılmasını sağlayacak bir kısa ders niteliğinde olduğunu bir kez daha saptıyoruz. Röportajın başlığını güncelleme gereğini duyduk.
Röportajı yapan sayın Okan İrtem’e, yapılmasında ve yayınlanmasında şimdi de katkısını esirgemeyen B. Sadık Albayrak’a bir kez daha teşekkürlerimizle. En büyük teşekkürlerimiz, saygılarımız tabii ki Yalçın Küçük hocamıza.)

Röportaj: OKAN İRTEM

27 Mayıs’ı, yapanlardan Yalçın Küçük anlatıyor. Dönemin gençlik önderlerinden, FKF Başkanı Yalçın Küçük, 27 Mayıs’ın hürriyete kavuşturduğu Türkiye’nin sonraki 40 yıllık tarihinin 27 Mayıs’ın kazanımlarını ortadan kaldırma tarihi olduğunu saptıyor. Silivri zindanında tutsak Yalçın Küçük Hocamıza göre, “Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde yeni 27 Mayıs’lar her zaman yapılır.”

27 Mayıs sonrasında hazırlanan Onar Rapor’unda, ‘Demokrat Parti hükümetinin anayasayı ihlal ederek meşruiyetini yitirdiği’ ileri sürülmektedir. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?

Sıddık Sami Onar Komisyonu 1960 dönemindeki duruma uygundu. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi şudur: Büyük Millet Meclis’inde Tahkikat Komisyonu kurulmuştu. Büyük Millet Meclis’inin bu komisyonu sorgulama yapıyordu ve insanları tutuklayabiliyordu.Bu, kuvvetler ayrılığı ilkesine taban tabana zıt bir durumdu. Devlet hukuki varlığını, hikmet-i vücudunu, gerekçelerini kaybetmişti.

Onun ötesinde, gençlik üzerinde çok büyük şiddet kullanıyordu. Daha sonraki yıllarla mukayese edilemez ama daha önceki yıllarla mukayese edildiğinde, gençliğe çok büyük bir şiddet uygulanıyordu. 28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi gençliği şiddete karşı ayaklandı. Aynı şekilde, 29 Nisan 1960 tarihinde de Ankara Üniversitesi gençliği ayaklandı. O sıralarda, şöyle bir not vermek lazım, bugünkü kuşaklar bilmeyebilir, iki üniversite vardı. Biri İstanbul Üniversitesi, diğeri Ankara Üniversitesi. Başka üniversite yoktu; yüksek okullar vardı. Ama üniversite gençliği, yüksek öğrenim gençliği dediğinizde, İstanbul Üniversitesi gençliği ile Ankara Üniversitesi gençliği akla geliyordu. 29 Nisan’da Hukuk Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi DP’yi protesto etti, meşruiyeti olmadığını söyledi. Üniversite kuşatıldı, sonunda da öğrencilere, üniversiteye karşı silah kullanıldı. Bu, cumhuriyet tarihinde ilk defa oluyordu.

27 Mayıs öncesi. Zamanın en etkili muhalif dergilerinden KİM kapağında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı Yalçın Küçük’ün tutuklanış haberi ve görseli

Hukuki nedenlere dönecek olursak… Büyük Millet Meclisi insan tutukluyordu ki, mümkün değildir. Aynı şekilde DP hükümeti büyük bir şiddet kullanıyordu. Halk da buna her yerde tepki gösteriyordu. Dolayısıyla hem hukuken hem fiilen meşruiyetini yitirmiş bir iktidar vardı.


Bu, son derece önemlidir çünkü bazı çevreler 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadan kaldırdığını söylüyorlar. Oysa demokrasi zaten ortadan kalkmıştı. Basın üzerinde çok büyük bir baskı vardı. Önde gelen pek çok gazeteci tutuklanmıştı, cezaevindeydi. Kimler cezaevindeydi? Metin Toker cezaevindeydi, Ülkü Arman cezaevindeydi, Cüneyt Arcayürek cezaevindeydi, Kurtul Altuğ cezaevindeydi. Cezaevine gidiyor ve geliyorlardı. Burada bir noktaya dikkat edilmesi gerekiyor. Bu adını saydıklarım öyle büyük gazetelerin, muhabirleri, yazarları, köşe yazarları, fıkra yazarları değillerdi. Bunlar haftalık Akis Dergisi’nin yazarlarıdır. Ama onlara tahammül edilemiyordu.

Dolayısıyla 27 Mayıs 1960’dan hemen sonra kurulan, İstanbul Üniversitesi Rektörü Profesör Sıddık Sami Onar başkanlığındaki komisyonun, ‘27 Mayıs’ı meşru, ondan önceki hükümeti ve iktidarı gayrı meşru’ görmesini bu çerçevede ele almak lazım.

Türkiye’de 27 Mayıs dışında hiçbir askeri müdahale bayram olarak kutlanmadı. Ancak 27 Mayıs, 12 Eylül Darbesi’ne kadar Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlanmaya devam etti. 27 Mayıs’ın bayram kabul edilmesinin nedenleri nelerdir?

27 Mayıs bir bayramdır. 27 Mayıs, 1908 Meşrutiyet Devrimi gibi bir bayramdı. Ben bu iki devrim arasında hep benzerlik kurarım.1908 Meşrutiyet Devrimini, tabii, hatırlamıyorum. Ama Halide Edip Hanım’ın yazdıklarını biliyorum. ‘O gün hiç kimse Türkiye’de suç işlemedi’, diyordu. Bayram nedir? Türkiye’de büyük bir baskıdan, bir çöküş duygusundan, bir boğulma halinden kurtulduğunuz zaman, bayram dersiniz. Ben 27 Mayıs 1960 günü Kızılay Meydanı’ndaydım. Böyle bir coşkuyu, böyle bir kalabalığı hiçbir zaman görmedim. Halk zaten bayram yapıyordu. Öyle bir bayramdı ki, 27 Mayıs’ın lideri Cemal Ağa, Cemal Paşa o mahşeri kalabalığın içinden çok rahat geçebiliyordu. Bugün Tayyip Bey evine öyle gidemiyor; evinden çıktığı zaman etrafını insandan duvarlarla ördürüyor. Bir vilayete gittiği zaman üç tane otomobille, IV.Murad gibi, tebdili kıyafet yaparak gidiyor.

O zaman bir bayram vardı. Biz o bayramın içindeydik. İnsanlar birbirini öpüyor, dans ediyor, şarkı söylüyordu.Herkesin yüzü pırıl pırıldı.Dolayısıyla bu gerçeklikti, gerçekliği sonradan kanun şekline getirdiler. Getirilir. Nasıl 29 Ekim bayramsa, nasıl 23 Nisan kutlanıyorsa, 27 Mayıs da kutlanır.

27 Mayıs Kemalizm’in en yüksek noktasıdır. 1956-1966 dönemini Türkiye’de Kemalizm’in en yüksek, en parlak, en yaratıcı, en coşkulu dönemi olarak düşünmek gerekir. Bu, Türkiye aydınının, Türkiye solunun, Türkiye İşçi Partisi’nin içinde olduğu yükselişle beraber, 12 Mart 1971’e kadar devam etti. Zaten tarihimize bakarsak, 70’li yıllar on, 80’li yıllar on, 90’lı yıllar on, 2000 sonrası on, toplamda kırk yıl eder… Şu anda Türkiye’de kırk yıldır yapılanların hepsi, 27 Mayıs 1960’da başlayan, 1970’in sonuna kadar devam eden bu çok parlak ve yüksek dönemi bir umut, heyecan, program, istek halinden çıkartmak içindir. Dolayısıyla 12 Eylül’de Kenan Evren ve arkadaşları bundan çok korktular. 27 Mayıs sözünden çok korktukları için onu bayram olmaktan çıkarttılar.

Bugün de öyle. Ne büyük korku, ne büyük korku salmışız. Birinci tekil şahısla konuşacak olursam, “ne büyük korku salmışım,” diyeceğim. Çünkü biz kendimizi 27 Mayıs’ı yapanlardan sayıyoruz. Kırk yıldır hâlâ, sabah akşam, her imkânda, her gazetede, her televizyonda 27 Mayıs’ı karalamak, unutturmak, bunun tekrar yapılabilir olduğunu çürütmek için uğraşıyorlar. Ben de yıllardır, “27 Mayıs’ı yapanlardanım,” diyorum. ‘Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde her zaman yapılır.’

Sizce 27 Mayıs bir ordu hareketi midir? Yoksa daha geniş bir toplumsal muhalefetin ürünü müdür?

27 Mayıs’ı kimlerin yaptığı konusunda, bizim siyaset dünyamızda tartışma vardır. Genellikle üniversitenin, aydınların yaptığı söylenir. Ama iki kişi vardır ki, bunlardan ayrılırlar. Biri, o dönemin çok iyi bir gözlemcisi; 27 Mayıs’ın oluşumunda Türkiye’ye tanıttığı haftalık Akis Dergisi’yle önemli katkılarda bulunmuş, bir ara hapse de girmiş olan Metin Toker’dir. Öbürü de ben, Yalçın Küçük. Biz ayrı görüşteyiz. Biz 27 Mayıs’ın gençlik devrimi olduğunu, gençlerin yaptığını söyleriz. Tabii sınıfsal tarafları, uluslararası ilişkiler var. Ama fiilen yapan, eden gençliktir. 27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir. Öbürlerinin düşüncesi de çok farklı değil. Arada büyük farklar yok. Ama eninde sonunda kim yaptı, üniversite mi yaptı, başkası mı? Burada biz, ‘gençlik,’ deriz.

Demin size söyledim. 28 Nisan 1960, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kıyamıdır. O gün Turan Emeksiz’i kaybettik, arkadaşlarımızdandır. 29 Nisan 1960, Ankara Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin kıyamıdır. Ben ikisinde de vardım. Bütün kadrolar, 1957-1958’den itibaren, o zaman Türkiye yüksek öğretim gençliğinin kütlesel organı olan Türkiye Milli Talebe Federasyonu çevresindendirler. O mücadelelerde devlet bize karşı polisi, polis yumruğunu, polis dayağını kullandı. Aşağı yukarı 1957-1958’den 1960’a kadar geçen dönemde Türkiye gençliği 28-29 Nisan için yetişti.

27 Mayıs gençlik eylemliliğidir, gençlik hareketidir. Onun sonucudur. Ama bunun içinde genç öğretim üyelerinin, biz Forum Hareketi diyoruz; Forum Dergisi çevresindeki genç öğretim üyelerinin, Muammer Aksoy Hocam’ın, Turhan Feyzioğlu Hocam’ın çok büyük katkıları vardır. Başkaları da var. Aydın Yalçın var, Coşkun Kırca var, Münci Kapani var. Daha sonra öbür tarafa geçen Profesör Hüseyin Nail Kubalı var.

Müthiş bir şeydir. Türkiye’yi çok zenginleştiren, o zamana göre yepyeni düşünceler, programlar ileriye süren, çıkartan… Onların öğrencilerle beraber kurdukları Fikir Kulübü var. Fikir Kulübü yepyenidir. Panelleri getirdi Türkiye’ye. Her yerde, her taşın üstünde, her fakültede tartışma vardı. Üniversiteler tartışırlardı. Ben 27 Mayıs’tan önceki Fikir Kulübü’nün başkanıydım. Dolayısıyla o dönemi çok yakından biliyorum. O dönem, böyle bir dönemdi.

Basında kimi yazarlar 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadan kaldırdığını söylüyorlar. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

Birtakım ahmaklar 27 Mayıs’ı, demokrasiyi ortadan kaldıran bir darbe olarak görüyorlar. Bunlar cahiller… 27 Mayıs çift meclisi getirdi. Bir İmam Hatip Lisesi mezununun her söylediğini yapan bir meclis varsa, orada demokrasinin ırzına geçilmiştir. Bugün durum budur. Kitaplarıma da aldım. Üç günde 17 yasa çıkıyorsa, demokrasiden bahsedilemez. 27 Mayıs ile çift meclis geldi, iki meclis. Bu, yapılan işleri tartışma anlamındadır. Vakit olacak, oradan oraya gidecek, komisyonlar olacak, halk tartışacak… Birinci nokta budur.

İkincisi; Anayasa Mahkemesi’ni, beğenirsiniz beğenmezsiniz. Ama kanunların anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetimi yoksa, demokrasiden bahsedemezsiniz. Demokrasi kelimesinin anayasada yazıp yazmamasının ne önemi var? Niye AKP bugün Anayasa Mahkemesi üyelerinin kompozisyonunu değiştirmek istiyor? Çünkü kanunların anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetimini ortadan kaldırmak istiyor. Bunu getiren 27 Mayıs’tır. Bu yoksa, demokrasiden bahsetmek ahmaklıktır.

Üç; 1960’larda Türkiye’de üniversite muhtariyeti vardı. Öğretim üyeleri rektörleri seçerdi. Fakülteler vardı. Bugün fakülte yok. O üniversitelerde biz sabahtan akşama kadar tartışırdık. Şimdi geriye dönüp bakıyorum. Benim okuduğum üniversite, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, yüce gök’e şükürler olsun, Amerika’daki, İngiltere’deki, Fransa’daki üniversiteleri bilirim, o tarihte hiçbirinden geri değildi. Bütün fikirler tartışılırdı. Üniversite mi? Üniversitede öğrenci sınıflarda öğrenmez; kantinde öğrenir, tartışma odalarında öğrenir, konferans salonlarında öğrenir, yoldaş öğrenciden öğrenir. O zaman öyleydi.

‘27 Mayıs’ın demokratizasyonun önüne geçtiğine’ dair değerlendirme çok cahilanedir.İnanılmaz bir bilgisizlikle, cahiliye devrini hatırlatan bir havada konuşmalar görüyoruz. Bunların gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Siyaset teorisinde burjuva devrimleri diye bir kategori vardır. Bu, artık ilkokullarda öğretilir. Fransa’da, dünyanın hiçbir yerinde 1789 Büyük Fransız Devrimi’ni kimse eleştirmez. İşte “Büyük Fransız Devrimi oldu, Fransa’ya demokrasi geldi,” denir. Devrimsiz dünyanın hiçbir yerine “demokrasi” gelmemiştir. 1789 burjuva anlamda bir demokratizasyon devrimidir. İlkokul kitaplarında bu vardır. 1648 İngiliz Devrimi de böyledir. Bize geldiğiniz zaman da, 1905 Rusya’da burjuva demokratik devrimidir. Demokrasinin önündeki müesseseleri şiddetle ortadan kaldırmak durumundasınız.

1905 Rusya, 1911 Çin devrimleri… Burjuva devrimleri bir kuşaktır. Bunlar demokratizasyon yolunda çok ciddi şiddet kullanan açılımlardır. 1905 Rusya ve 1911 Çin devrimi arasında İran, Türk ve Meksika burjuva devrimleri vardır. Bizdeki 1908-1909 demokratizasyonu getiren burjuva devrimidir. Ne yapmıştır? 1908’e kadar meclis olmadığı, çalışmadığı için genç subaylar, Enver, Niyazi, Eyüp Sabri, üçü de genç pırıl pırıl subaylardır, binbaşıdırlar, dağa çıkmışlardır. “Sultan! Meclisi çalıştır, anayasayı yürürlüğe koy! Yoksa seni yerle bir ederiz,” demişlerdir. Buna, burjuva demokratik devrim, diyoruz.

1960 yılı 29 Nisan’ında ben gizliye geçtim. Çünkü Tahkikat Komisyonu beni arıyordu. Ne demek tahkikat Komisyonu? Mahkeme değil, meclisin içinde kurulan bir komisyon; çağırıyordu, tutukluyordu. İlkokullarda öğretilen kuvvetler ayrımı ortadan kalkmıştı. Bugün de kalkmıştır.

Peki, ihtilal neyi getirdi: çift meclisi getirdi. O zamana kadar yoktu. Bu demokratizasyondur. Kim getirdi? 27 Mayıs Devrimi. Bugün dünyada ne var? Fransa’da çift meclis var. Bir parlamento, bir senato. İngiltere’de ne var? Bir Avam Kamarası, bir Lordlar Kamarası. Amerika’da ne var? Bir Temsilciler Meclisi, bir Senato. Ahmaklar! Bu yoksa, demokrasiden bahsedemezsiniz. Bunu kim getirdi, 27 Mayıs Devrimi. Peki, darbe nedir? 12 Mart’la 12 Eylül’le bunlar ortadan kaldırıldı.

27 Mayıs’la kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir mahkeme kuruldu.12 Mart ne yaptı? O mahkemenin yetkilerini azalttı. 12 Eylül ne yaptı? O mahkemenin yetkilerini azalttı. Demek ki, darbe başkadır, devrim başkadır.