37 yaşındaki ordu komutanı gencecik generalin ruhunda yaşadığı fırtınalar… Kızgınlık, öfke, acı ve tasa duyguları içindeki bu gelgitler, bir an için kafamızda canlandırılmalıdır.
Turan KARATEPE
sufizan59@gmail.com
101 yıl önce başladı hareket!
Falif Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” kitabında dediği gibi: “Yüz yıl daha beklesek Mustafa Kemal gibi birinin çıkacağına inanmıyorduk”
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmeler tüm dünyayı etkisine almıştı. Türkiye’yi de etkisine alan rüzgarla, CHP-DP arasında geçen seçim yarışını kazanan DP’nin tek başına iktidar olması bir anlamda büyük bir gelişme olmalıydı! Ancak adeta intikam almak adına olmadık işlere kalkıştılar (Olanları merak edenler araştırabilir) ve 60 İhtilaline teslim oldular.
Demokrat Parti (DP) devamı olduğunu söylen ardıl partiler, iktidarlarında karşıdevrim amaçlarıyla ülkeyi Atatürk ve Cumhuriyet felsefesinden uzaklaştırma çabasından hiç vazgeçmediler.
Ancak başaramadıkları gibi; başaramayacaklar. Çünkü F. R. Atay’ın hiç ummadığı bir dönemde nasıl ki bir Mustafa Kemal çıkmışsa; onun izinden giden, onun felsefesiyle gelişen milyonarca Atatürk var ve mutlak devri daim olacaktır.
Her dönem kendi liderlerini bulur ve kendi dönemine göre şekillendirir dünyayı. 1800-1900 arası bambaşka asırdı, 1900-1908 İttihatçıların devriydi, 1915 Anadolu’nun kargaşası, 1916-18 1. Dünya Savaşı ve 1917 Bolşevik Devrimi ile bambaşka bir evreye giriyordu dünya…
3 Kasım 1918 Çarşamba günü Adana’dan trenle üç gün süren yolculuk sonrası Haydarpaşa Garına inen Mustafa Kemal’i ve yaveri Cevat Abbas’ı yakın arkadaşlarından Dr. Rasim Ferit Bey (Talay) karşılamıştı!
Tam o ara, işgal güçleri ortak donanması Boğaz’ın hüzünlü sularında gövde gösterisi yapıyordu!
Kruvazörleri ve silahlı gemileri hüzünle izleyen M. Kemal’in dudaklarından “Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim. Ne yapıp yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” cümleleri döküldü.
Saatlerce bekledikten sonra ancak akşamüstü bir askeri istimbotla önce Sirkeci’ye geçti, oradan Pera Palas Oteli’ne gitti.
Bu arada, ne yazık ki; işgal kuvvetlerini coşkuyla karşılayan azınlıklar kendilerinden geçtikleri kutlamalar içinde zevkten sarhoşlamışlardı.
Çanakkale’yi savaşarak geçemeyen İtilaf Devletleri Osmanlı’yı parçalamış, meclisi dağıtmış, hükümeti dolayısıyla Padişahı emrine almış ve her yerde halka zulmeden askerleriyle emellerine ulaşmışlardır.
ÇELİK VE ATEŞ DAĞLARI ARASINDA BİR KARARLILIK
Başyaver Cevat Abbas’tan dinleyelim:
“Atatürk’le ben, askeri ulaşımın bir köhne motoru ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanın içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler’ cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum” ( Alev Coşkun 6 Ay, Cumhuriyet Kitapları, sf. 41.)
37 yaşındaki ordu komutanı gencecik generalin ruhunda yaşadığı fırtınalar… Kızgınlık, öfke, acı ve tasa duyguları içindeki bu gelgitler, bir an için kafamızda canlandırılmalıdır.
İçbenliğinden dışa vuran duygularını yansıtan üç kelime… “Geldikleri gibi giderler”
PLANLAR, KARARLAR, HAYAT
Efendim, İngilizler önce annesini evini bastılar. Sonra Şişli deki evini bastılar. Birçok paşa tutuklanmıştı, çoğu Malta’ya sürgüne gönderilmişti. M. Kemal’i de tutuklamak istiyorlardı ve bunun için arıyorlardı! İtalyanlar ise; Roma İmparatorluğunun mirası iddiasıyla (Ki, ileride bunu Mussolini de sürdürmüştür!) kendilerine vaat edilen Ege Bölgesinin Yunanlılara verilmesini hazmedemediler ve Mustafa Kemal’e silah ve her türlü kuvvet vaat ederek Ege’ye gitmesini istediler. Ama karakterinde bağımlılık olmayan Atatürk, bu teklifi reddetti.
Arandığı günler içinde gazete çıkardı, yazılar yazdı, Şişli’de toplantılar yaptı; hapisteki paşaları, arkadaşlarını ziyarete gitti. O an, orada tutuklanması işten bile değildi ama O, bunu da yaptı.
Bir yandan haftada bir değişen hükümetlerin bakanlarını etkilemeye çalışıyordu ve en büyük arzusu kabinede en etkili bakanlık olan Savaş Bakanı olmaktı. Planları arasında Padişah’ı kaçırmak ve Anadolu’da yeni bir hükümet kurma fikri de vardı ve bunun için Cevat Abbas’ı, kaçış güzergâhı ayarlaması için görevlendirmişti.
Bu kadar meşakkatli işler arasında Padişah Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan, Mustafa Kemal ile evlenmek istiyordu. Hanedan ailesinden kimse değil, damat adayı saraya kız bakmaya gelir iken; bundan sıyrılmak isteyen Mustafa Kemal, bir terzinin evinde görüşebileceği mesajını verince evlilik planları suya düştü ve böylece Enver Paşa gibi saray damadı olmaktan kurtulmuştu.
GÜN GELİR
Ve hareket başladı:
“29 Nisan 1919 Salı, Türk Bağımsızlık savaşının önemli bir günüdür. Harbiye Bakanı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i bakanlığa çağırdı ve 9. Ordu müfettişliğine atandığını bildirdi.”
Alev Coşkun’un kitabından devam edelim:
Mustafa Kemal’e görev verilişinde etkili olan ilişkiler zinciri:
Okul arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy ve babası İsmail Fazıl Paşa. Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey. I. Dünya Savaşında Suriye Cephesinde birlikte savaştığı Bahriye Nazırı Mareşal Mehmet Şakir Paşa. Arkadaşlarından Dr. Yarbay Ahmet Reşit Bey ve yaveri Cevat Abbas ile eşi Memduha Hanım.
9. Ordu Müfettişliğine atanmasındaki bürokratik aşamalardan örnek:
1. 4-7 Nisan 1919, Mustafa Kemal, Filistin Cephesi’nden tanıdığı önce Bayındırlık sonra Bahriye Nazırı olan Ahmet Avni Paşa’yı makamında ziyaret etti.
2. 1919 Mart sonu veya Nisan’ın ilk yarısı, Bahriye Nazırı Ahmet Avni Paşa ve Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal’i Şişli’deki evinde ziyaret etti.
3. 21 Nisan 1919, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe Osmanlı Hükümeti’ne Karadeniz’deki çetelerle ilgili nota verdi.
4. 22 Nisan 1919, Amiral Calthorpe, Padişahı ziyaret edip İngiliz notası üzerinde ısrar etti.
5. 23 Nisan 1919, Bahriye Nazırı Ahmet Avni Paşa ve Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey Cercle d’Orient kulübünde Mustafa Kemal’e öğle yemeği verdiler. Bu yemekte yakınlaşma oldu.
6. İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb Sadrazam Damat Ferit’i ziyaret etti ve İngiliz notasında ısrar etti.
7. Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliğine atanması Osmanlı Bakanlar Kurulu’nda kabul edildi.
8. Harbiye Nazırı Mehmet Şakir Paşa, Mustafa Kemal’e 9. Ordu Müfettişliğine atandığın bildirdi
Müfettişlik göreviyle ilgili kararnamenin niteliklerinden; Asayiş, silah ve cephane, asker toplama vs vardı.
Alev Coşkun’un “6 Ay” adlı kitabının 363 ve 364 sayfalarından anekdotlar alalım:
İkinci Başkan Diyarbakırlı Kazım Paşa ile karşılaşıyor ve bakın ne diyor?
“Her ne sebep veya maksatla, beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordu. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz!”
Kazım Paşa:
“Ha… Zaten sen o tarafa ordu müfettişi unvanıyla gidebilirsin!”
“Unvanın ehemmiyeti yok, dedim…
“Kazım Paşa yüzüme baktı. ‘Bir şey mi yapacaksın?’ dedi. Kulağını bana uzat, dedim… Evet bir şey yapacağım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım!
İşte bu!
Yok, Padişah göndermiş! Yok, sandıklar dolusu altın vermiş!
Padişah ve saray o kadar altını olsa kendine ilaç yapacaktı. Hazine boşalmış, şatafatlar son bulmuş, ahali yoksulluk içinde aç-susuz, perişan halde. Anadolu’da, 3. Ordu gibi bazı bölgeler hariç Ordu dağılmış, askerler başıbozukluk içinde, subaylar ekmek parasına çizmelerini, eşyalarını bitpazarında satıyordu.
Hangi altından bahsediyorsunuz?
Ve 19 Mayıs 1919 günü bir vapur kalktı Bosfor’dan Karadeniz’e…
O, Bandırma Vapuru’nun rüzgârı esmeye devam ediyor ve edecek.
O, vapur, Kuvayı Milliyecileri ve liderleri Mustafa Kemal’i dünyanın en büyük devrimcileri arasındaki yerlerine taşıdı.
19 Mayıs Bayramınız şanlı olsun.