Her Gün Yeniden

Mâlum fıkranın baş kahramanlarıyla doluyuz. Bir bakıyorsun cehaleti övüyor, bir bakıyorsun komünizmin ahlaksızlık olduğunu söylüyor, bir bakıyorsun ağzından salyalar saçarak en ağır nefret söylemleriyle milleti kutuplaştırıyor. Bunlar harbiden fıkradaki götler

 

EMİNE SUPÇİN

Önce bir fıkrayla başlayalım. Duymuşsunuzdur, vücudun organları aralarında bir başkan seçmeye karar verirler. Doğal olarak beyin, herkesi idare ettiği için kendisi olacağını söyler. Aşağıdan kalp itiraz eder: “Bir durursam görürsünüz gününüzü.” Başkanlık meselesi olunca her organın kulakları dikilir. Mide kafasını kaldırır, karaciğer isyan hazırlıklarına başlarken en aşağıdan göt, “Alo!” der yukarıdakilere. “Ben başkan olacağım.” Diğerleri nasıl güleceklerini bilemezler. “Ne yani, biz dururken sen mi? Haydi oradan,” deyip kendi işlerine dönerler. Senin göt, bi’ sıkar kendini, bi’ tıkar sistemi, hiç biri işleyemez olur. “Aman etme tutma, yapma ne olur,” diyerek götü mecburen başkan seçerler.

Kuantum dolanıklık yasası evrende her “şeyin” birbiriyle ilişkili olduğunu söylüyor. Sinir bilim, her nöronun ayrı ayrı görevinin olmasından öte, birbiriyle bağlantısını inceliyor ve buna konnektom (connectume) adını veriyor. Aslına bakarsanız hiçbir nöron ya da sinir ağı tek başına bir eylem yapmıyor. Hepsi birbiriyle ilişkili ve haberdar. Bedensel konnektomdan, küresel ve evrensel kontektoma her zerre birbiriyle ilişkili. Yani götü yok sayamayız.

Ağacın yaprakları köklerden haberdar, kökler diğer ağaçları tanıyor, orman oksijen üretiyor, sen onu soluyorsun ve soluduğun her nefes için aslında hayata yaşam borçlusun.

Yaşam dediğimiz olguda var olan her öge birbirinden etkileniyor ve bana göre her gün birbirimizi yeniden yaratıyoruz. İnsan, besin zincirinin en üst halkası değil, en rezil halkası olmuş hep. Tüm evrenin, sırf insan için yaratılmış ya da var olmuş olduğuna ancak götten bacaklı bizler karar verebilirdik zaten, değil mi?

Oysa öyle değil. Her nesnenin, her canlının, her varlığın birbiriyle bir bağlantısı var ve birinin devamlılığı, diğerinin yaşamı demek. Tam bu noktada avlanarak neslini tükettiğimiz hayvanlardan, hayvanat bahçesinde esir tuttuğumuz canlardan, sokaklara terk ettiğimiz ve hatta eziyet ettiğimiz hayvancıklardan nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum…

Her gün birbirimizi yeniden yaratıyoruz. Başını okşadığın çocuğun duygu durumu değişiyor, gülümseyerek selam veren komşun içini açıyor, mutlulukla girdiğin evin seni sessizce sarıp sarmalıyor. Her varlık üstüne düşen görevi hakkıyla yapıyor, bir tek biz insanlar “bilinç” adını verdiğimiz bilinçsizliğimizle, başta kendimiz olmak üzere her şeyi yakıp yıkıyor, talan ediyoruz. Oysa dokunduğumuz metalden, içine kıvrıldığımız yatağa kadar hepsiyle bir bütünüz.

Her gün birbirimizi yeniden yaratırken, bütünlüğe ve birbirimizle bağlantıya biraz daha dikkat ederek mi yaşasak? Çünkü borçluyuz. Hıristiyanlık inancı insanın günahkar doğduğunu söyler. Oysa günahkar değil, borçlu doğduk yaşama. Ve yaşama karşı çok büyük günahlar işleyerek öldük hepimiz…

Şimdi bizim memlekete gelelim. Malum fıkranın baş kahramanlarıyla doluyuz. Bir bakıyorsun cehaleti övüyor, bir bakıyorsun komünizmin ahlaksızlık olduğunu söylüyor, bir bakıyorsun ağzından salyalar saçarak en ağır nefret söylemleriyle milleti kutuplaştırıyor. Bunlar harbiden fıkradaki götler.

Elbette götlerden etkilenen bağırsaklar da var. Onlar da yükselen doların düştüğünü sanıp halay çeken amcalar oluyor işte. Oysa evine misafir olsan seni nasıl ağırlayacağını bilemez. Özü temiz, kalbi güzel insanlarımızı kutuplaştıran her göte bir tekme vurulacak elbet. Fakat bu arada birbirimize bağlı olduğumuz gerçeğini asla unutmamak gerek.

Nefret etmek yerine, sevebildiğin kadar çok sev ve kucakla diyeceğim ama şu “sevgi” kavramının içi o kadar boşaltıldı ki başka bir sözcük bulmak gerekecek.

PAYLAŞMANIZ İÇİN