Olmayan İtibarın Yandı

Koskoca ülke dört bir yandan yanarken, hangardaki uçakları yangın söndürmede kullanamıyor, organize olamıyor, müdahalede geç kalıyorsan yanan sadece ormanların değil; asıl tasarruf edemediğini söylediğin itibarındır! 

 

EMİNE SUPÇİN

Sonrasında çocukluğumdan bir anı aktaracağım ama önce kısaca şu itibar konusuna değinmek istiyorum. Bireysel, toplumsal ve ülkenin itibarı diye ara başlıklar atayım ve ben kendimce itibar olarak gördüklerimi yazayım, varsa eklemek istediğiniz siz de yazının altına yorumlarınızı bırakın lütfen.

Bireysel itibar

Bitirdiğin okul kesinlikle itibarında önemli bir yer tutar fakat asıl itibar sonrasında kişisel gelişimine eklediklerindir. Buna okuduğun kitaplar, katıldığın seminerler, kurslar; bulunduğun çevre katkı yapar. Bir “birey” olarak kendini gerçekleştirmenin ardından toplumuna sunduğun hizmet (maddi-manevi) itibarındır. Esasen itibar dediğin saygınlıktır; eğer hak hukuk biliyorsan, doğru söylüyor ve doğru yaşıyorsan, ilkelerin varsa örneğin din-siyaset ve bilimi birbirinden ayrı değerlendirebiliyorsan ve farkındalığın yüksekse saygınsındır. (Sizce?)

Toplumsal itibar

Bir toplumun okuma yazma oranı ile başlarsam, modern dünya için çok alt basamaktan başlamış olurum. Buna rağmen ülkemizde hala okuma yazması olmayan insanların oluşu; bırak itibarı, utanç kaynağı olsa gerektir. Elbette bu o insanların ayıbı değil, toplumu dizayn edenlerin ayıbıdır.

Eğitimin niteliği ve eğitimli insanların niceliği toplumsal itibarda çok büyük rol oynar ama asıl kişi başına düşen milli gelir toplumun itibarıdır. Ve özellikle kadın erkek eşitliği! Kadın toplumda başarılarıyla; ama spor, ama bilim, ama sanat dallarında yahut da meslek alanlarında kendini gösterebiliyor, gece gündüz sokaklarda özgürce yürüyebiliyor, hukuka sırtını dayayıp korkusuzca işine gidebiliyorsa işte o toplum itibarlıdır. Kadınına erkeği kadar değer vermeyen hiçbir toplum ilerleyemez. Kesin! Çünkü yol çift bacakla koşulur, teki ile yürünmez.

 Her geçen gün fakirleşen ve acizleşen toplumumuzu düşündükçe “itibar mı dedin?” diyesim geliyor. Aç ve huzursuz toplumun umursayacağı en son şeydir itibar. 

Ülkenin itibarı

Aslında ülkenin itibarı ile toplumun itibarı dediğimiz şeyler birbirine bağlı ve birbirinin eseri. Toplum ne ise, ülke o; ülkeyi yönetenler de o. Halk kendine benzeyeni tercih ediyor. Yine de birkaç ekleme yapmalı. Bir ülkenin itibarı demokrasisi ve dolayısıyla kuvvetler ayrılığı, hukukun bağımsızlığı, laikliği, bilim ve sanata verdiği değer, üniversiteleri gibi düşünülebilir. İster dünyanın öbür ucundan bak, ister Almanya’dan Fransa’dan bak; ülkenin zeki gençleri bir an önce memleketi terk etme eğilimindeyseler orada itibardan söz edilemez. Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları çarçur ediliyor, ona buna peşkeş çekiliyor, rant uğruna ormanlar yakılıyor, müzeler soyuluyor, sanat eserlerine hakaret ediliyorsa… De get len! Ne itibarı?

Gelelim şu bizim zenginlik ve itibar ilişkili anıya

Çocuktum, bir evde misafirdik ve günlerden cumaydı. Cuma bizim oranın pazarıdır. Yakın çevreden herkes pazara gelir. Birden evin içinde bir telaş başladı. Kadınlar etrafta koşturuyor, erkekler oturduğu yerden kalkıyor, divan örtüleri düzeltiliyor; ev sahibi amca, “Abdest için sıcak su hazırlayın, kahve var değil mi?” gibi konuşmalarıyla telaş yaratıyordu. Biz çocuklara “Haydi haydi çıkın, bahçede oynayın siz,” dendi.

Bilirsiniz, çocuk milleti merakın merkezidir. Kapı önündeki ayakkabılarımızı giymeye çabalıyorduk ama hepimizin kulaklar içerideydi. Nihayet merakımızı giderecek cümleyi duyduk. “Bu adam çok zengin, bildiğiniz gibi değil,” dedi evsahibi amca. Ona göre, onun dünyasının en itibarlı kişisi evine gelecek ve abdest alıp Cuma namazına gidecekti. Zengin adamın evine ayak basması onurdu onun için.

Çocuk aklımla o gün kıl olmuştum zengin adama. Bir yandan da madem çok zengin, belki biz çocuklara şeker verir diye geçiriyordum içimden. Kapı önünden çok uzaklaşmadık çünkü biz de merak ediyorduk.

Nihayet tükürük suratlı, patlıcan burunlu biri ıhılayarak geldi, alnında ter. Şişmandı çünkü. Kilodan zor yürüyordu. Bırak şekeri, biz çocukları görmedi bile. Ama ben gördüm. O günden sonra o denli şişmanlardan hep tiksindim. Hatta bu tiksintiyi meslek yıllarımın sonlarına doğru muhteşem bir yüreği olan bir arkadaşımla yenebildim. (Telaşa gerek yok, okumaz bu yazıyı. 🙂 )

Köylü kafasında zengini misafir etmek, yanında oturmak, selam verip almak itibardır. Hele zengine kız vermek o biçim itibardır. Sonra sonra yine aynı mantıkla kaymakama, doktora kız vermenin altındaki itibar aynı kökten beslenmiştir. Zengin koca hikayesi.  

Bizde zengine itibar edilir. Kendinde olmayanı övmek gibi. Hani nadir bulunan madenler değerlidir ya, altın gibi, elmas gibi, zenginler de herkesin hakkı olan pastadan daha büyük lokmalar yediği ve semirdiği için uyuz kimselerin yanında itibarlıdırlar. Ne denli çarpık değil mi? Len, “Çok mal haramsız olmaz” demiş ataların, bi düşünsene, aslında senin hakkını yiyorlar. Ama öyle düşünmez o. Ona Allah vermiştir, belki çok çalışırsa onun da olur. (Peh!)

Zengine çok itibar edildiğini gören çocuk ileride kazara sermayeyi ele geçirirse “görgüsüz” olur. Koluna bilmem kaç yüz bin dolarlık çanta takar ama içinde okunacak bir tane kitap yoktur.

Sonradan görme deyimini bilirsiniz. Bir de kafa boşsa, altın semer alır kendine. Oysa bilirsiniz eşeğe altın semer de vursan, eşekliği bakidir. Bunu ben demiyorum, atalar diyor.

Hasılı tasarruf edilemeyecek tek bir itibar şekli vardır: Toplumun tamamının uygarlık ve refah düzeyi. O toplumlardır ki yaşamı bir bütün olarak görüp tüm canlara aynı değeri vererek; birlikte saygı temelli bir yaşam sürerler.

Keşke insanoğlu ülkelerini ırk veya din temelli oluşturmasaymış en baştan. 

Şeyh Türkî bin Abdullah’ın büyük “itibar” kaynağı, altın kaplama arabası ve çitası.

PAYLAŞMAK İÇİN