Edebiyatımıza bir de bu açıdan bakın

Astığım astık diktatörlüklerin ya da yasalar üzerinden kurulan baskı dönemlerinin, tarihimizde sıkça rastladığımız sivil ve askerȋ darbe dönemlerinin gençlikte, edebiyat alanında yoğunlaşma olarak karşılığını bulduğunu eleştirmenlerimizin dikkatine sunmak isterim.

Edebiyatımızda toplumsallık Tanzimat’la başlar. Tanzimat’ın ilk öncülerinin eserlerindeki temaların sosyal, millȋ ve evrensel içerik taşıdığını görürüz. Bazı eserlerde bu yaklaşımlar iç içe geçse de Tanzimat edebiyatını belirleyen çizgiler bu üç ana hat üzerinden ilerler.

Dememiz şudur ki Tanzimat yazarı sosyal, millȋ ve evrenseldir. Bu üç vasfını da eserlerinde yansıtmak için samimiyetle çabalamıştır. Başarabilmiş ya da başaramamış olması ayrı bir meseledir.

 “Şair Evlenmesi” sosyal, “Vatan yahut Silistre” millȋ, “ “Sergüzeşt” ise Tanzimatçıların evrensel temaların takipçisi olduğunun en belirgin göstergesidir.

ELHAN-I ŞİTA, AŞK-I MEMNU, EYLÜL

Tanzimat edebiyatçılarının edebiyatın hemen her dalında eser vermeleri o dönemde edebiyatın toplum üzerinde ne denli etkili olduğunun bir tanıtı olduğu kadar edebiyatçılarımızın ne denli sorumluluk duygusuna sahip olduklarının da bir belirtkesidir.

Edebiyatın her dalında üretimde bulunan bu kuşak, aynı zamanda siyasal bir mücadelenin dışında da kalmamıştır. Bu kuşağın siyasal mücadeleleriyle edebȋ  mücadeleleri iç içe ve birbirini besleyen bir kombinasyon halindedir.

Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan tarihsel süreç içinde ilk anayasamız olan Kanun-i Esasi’yi 1876 yılında yazan kurul içinde Namık Kemal’in olduğunu biliyoruz. Aynı yıl padişahlık kurumu yanında Meclis-i Mebusan diye üyesi halkın temsilcisi milletvekillerinden oluşan bir kurumun kurulmasında Namık Kemal ile Ziya Paşa’nın ne denli emek harcadıklarını da biliyoruz.

Ne var ki aydın ve edebiyatçılarımızın içinde bulunduğu kurullar tarafından yazılmış ilk anayasamız olan Kanun-i Esasi ve ilk meclisimiz olan Meclis-i Mebusan 1877 yılında patlak veren Osmanlı-Rus Savaşı bahane edilerek işlevsiz kılınmıştır. Anayasa ve meclisin bir dönem için rafa kaldırılması kararı, II. Abdülhamit’in hüküm sürdüğü otuz üç yıl boyunca yürürlükte kalmıştır.

Abdülhamit’in bu uygulaması demokrasi tarihimizdeki ilk darbedir. Bu darbe ile birlikte ülkenin özellikle merkez kısmında olmakla birlikte bütün sathında baskının akıl almaz derecede arttığını ve tarihimizde ilk kez resmȋ olarak sansür kurumunun kurularak hassas bir saat gibi işletildiğini görüyoruz.

Baskı attıkça edebiyatın toplumla teması da zayıflamıştır. Baskı arttıkça edebiyatçılar bütünüyle toplumsal alandan kendini çekip odalarına kapanmıştır. Odasına kapanan edebiyatçı ise kendisini hiçbir zora sokmayacak olan bireyin dünyasını anlatmaya, deneysel çalışmalara yönelmiştir.

Elhan-ı Şita, Aşk-ı Memnu, Eylül… Bu yönelişin ürünleridir.

İDAELDEN ESTETİĞE

İlk kuşak Tanzimatçıların hitap etmek, aydınlatmak, eğitmek ve yönlendirmek amaçlı edebiyatı, İkinci Dönem’de bu sorumluluklarını bir yana bırakarak hem teknik hem de estetik bakımdan yenilemiş bir portre ile ortaya çıkma çabası içine girdi.

İkinci Kuşak Tanzimatçıların eserlerinin hem temasal çeşitliliğe sahip olması hem de yenileşme yönünde hayli çeşitlilik arz etmesi, sürecin olağan akışıyla birlikte edebiyatçıların kendi dünyalarında, eserleriyle yoğun biçimde uğraşmalarının sonucu ortaya çıkan bir gelişmedir aynı zamanda.

Nitekim hikâye ve romanda gözleme önem verilmesi, gerçekçi bakışın temellenmesi, anlatım tekniğinin güçlenmesi; şiirde tema çeşitliliğin zenginleşmesi, yeni nazım biçimi denemelerine girilmesi Tanzimat’ın İkinci Kuşağı’nın başarısıdır.

Tanzimat’ın İkinci Kuşak ediplerinin seçkin simalarından olan Recaizade Ekrem’in öncülüğünde doğan Servet-i Fünun da bu gerçekliğin bir devamı olarak varlığını sürdürmüştür. Servet-i Fünun bu haliyle, varlığı baskı altında oluşmuş bir edebiyatın sahip olduğu karakteristik özellikler bakımından seçkin bir örnek olarak önümüzde durmaktadır.

Servet-i Fünun’la birlikte hem şiir hem nesir alanında Türk edebiyatının hem teknik hem estetik bakımdan bir sıçrama yaptığını artık herkes kabul ediyor. Bu atılımı yapanlar ise gençlerdir. Gençlerin ise koyu baskı ortamında edebiyata sımsıkı sarıldığını biliyoruz.

Astığım astık diktatörlüklerin ya da yasalar üzerinden kurulan baskı dönemlerinin, tarihimizde sıkça rastladığımız sivil ve askerȋ darbe dönemlerinin gençlikte, edebiyat alanında yoğunlaşma olarak karşılığını bulduğunu eleştirmenlerimizin dikkatine sunmak isterim.

Dileğim edebiyatımıza bir de bu açıdan bakılmasıdır.

Geleneksel diktatörlük ya da modern dönemin kavramsal tanımıyla faşizm dönemleri, edebiyatımızın estetiğini ne ölçüde etkilemiştir? Genel bir adlandırmayla bütün baskı dönemlerinin uygulamaları edebiyatımızda hangi sanatsal arayışlara ve gelişmelere yol açmıştır? Akp iktidarının son on yılı da bu açıdan titizlikle değerlendirilmesi gereken bir dönemdir.